GELİBOLU’YU ANLAMAK

18 Mart Özel – Allahaısmarladık- Çanakkale Savaşı’nda Bir Şehidin Günlüğü-İbrahim Naci ( Dr. Lokman Erdemir)

Savaşlar, sadece silah üstünlüğü ile kazanılmaz. Bir ordunun, silah gücü ne kadar fazla olursa olsun, askerin zafere inancı ve uğruna mücadele edeceği mukaddesleri yoksa, mağlubiyet kaçınılmazdır. Zafer için bu da tek başına yeterli değildir. Cephe hattındaki birliklerin iâşe, cephane ve diğer hususlarda ikmali de önemli hususlardandır. Karnı aç, sırtında elbisesi, ayağında postalı olmayan bir askerin, cephedeki mücadelesi eksik olacaktır.


Çanakkale’ye ilk ateş, 3 Kasım 1914’te Seddülbahir tabyalarına yapılan bombardımanla düşmüştür. Daha sonra 19 Şubat 1915’te başlayan bombardıman, 18 Mart 1915’e kadar devam etmiştir. İngiltere ve müttefiki Fransa’nın bu bombardımanları sonrası, Boğaz’ın giriş tabyalarının kullanılamayacak şekilde tahrip edilmesi ve Türk tarafının yeterli karşılığı verememesinden alınan cesaretle, 18 Mart sabahı bütün imkânları ile Boğaz’a girerken kendilerinden çok emindiler. “Türkler gibi medeniyet sahibi olmayan bir milletin elinde bulunan Avrupa’nın bu son kalesi…” [1] yani İstanbul ele geçirilecekti. Hâlbuki hesaplar tutmamış, donanma o gün ağır bir mağlubiyet almıştır. İngiltere ve Fransa’nın Boğaz’da üç büyük savaş gemisi batarken, gururları da onları yeni maceralara sevk etmiştir.


Artık, İngiltere neye mal olursa olsun, şeref ve haysiyeti nâmına, bu işe sonuna kadar devam edecektir. İngiltere ilerleyen zamanlarda kendi inisiyatifinden çok, hadiselerin sevkiyle Çanakkale’de geniş ölçekte askerî harekât yapmak durumunda kalmıştır. Yeni plan, Boğaz’ın karadan yapılacak askerî bir harekât ile geçilmesidir. Planlanan bu harekâtın başlangıç zamanı ise 25 Nisan 1915 sabahıdır.


9 Ocak 1916’ya kadar devam eden muharebelerde binlerce Türk askeri şehit, binlercesi de yaralanarak veya esir düşerek savaşamayacak duruma gelmiştir. Gelenler hedeflerine ulaşmak için dönemin bütün teknolojik imkânlarını kullanmaktan da çekinmemişlerdir. Yapılan onlarca taarruzu, zafere inanmış Mehmetler karşılamıştır. Bu Mehmetlerden biri de günlüğünü yayına hazırladığımız İbrahim Naci’dir.


Hazırlamış olduğumuz bu giriş yazısında, İbrahim Naci ve ailesinden kısaca bahsedildikten sonra günlükte bahsi geçen bazı tarihi olaylar ele alınmıştır. Özellikle İbrahim Naci ile bölük yüzbaşısı Bedri Efendilerin şehit oldukları muharebeler hakkında açıklayıcı bilgiler verilmiştir.


İbrahim Naci Efendi Kimdir?


İbrahim Naci Efendi, günlüğüne başlarken kendini tanıtarak adresini ilk sayfaya şu şekilde yazmıştır:


 


71. [Alay] / 10. [Bölük] Mülâzımısânî [Teğmen] İ. Naci


Ailemin adresi: İstanbul’da Beşiktaş’ta, Yeni Mahalle’de Bostanüstü’nde, 62 numaralı hanede Musa Efendi.


Bu defter kimin eline geçerse bir şehit hürmetine yukarıdaki adrese göndersin…


 


Görüldüğü üzere daha günlüğüne başlarken şehitlik ihtimalini peşinen düşünmüş ve ailesinin adresini ve ricasını ilk sayfaya yazmıştır.


İbrahim Naci hakkında yaptığımız araştırma sonucu Milli Savunma Bakanlığı Lodumlu Arşivi’nde bulunan şehit subayların künyeleri arasında şehitlik kaydı bulunmuştur.


MSB Arşivi’ndeki şehitlik künye bilgisinde; baba adı, rütbesi, bağlı olduğu birlik isimleri, şehit olduğu yer ve şahadet tarihi günlükten ve ailesinden öğrendiğimiz bilgilerle uyuşmaktadır. Ancak künye kaydındaki doğum yerinin Ordu ili Perşembe ilçesi olarak verilmesi aileden alınan bilgilere uymamaktadır.


İbrahim Naci’nin babası Musa Kâzım Ohrilidir. Muhtemelen Balkan Savaşı esnasında İstanbul’a gelip Beşiktaş’ta Ihlamur semtine yerleşmiştir. Doğum yeri ile ilgili karışıklığın, künye kayıtlarının Osmanlıca’dan Latin harflerine geçirilmesi sırasında yapılan bir hatadan kaynaklandığı kanaatindeyiz. İbrahim Naci’nin doğum yeri olan “Ohri” Osmanlıca’dan çevrilirken muhtemelen yanlış okuma ile “Ordu” şeklini almıştır. Zaten İbrahim Naci’nin ve ailesinin Perşembe ilçesi nüfus kayıtlarında hiçbir izi yoktur.


İstanbul Beşiktaş’taki nüfus kayıtları üzerine yaptığımız araştırmada babasının adının Musa, annesinin Emetullah, kız kardeşinin ise Fatma olduğu tespit edilmiştir. Nüfus kayıtlarında Musa Efendi’nin doğum yeri Uhri (Ohri) olarak beyan edilmiştir.


İbrahim Naci’nin iki ağabeyi olduğu günlükten anlaşılmaktadır. İbrahim Naci’nin günlüğündeki;


“Bu esnada telefonla ağabeyimi aramak hatırıma geldi” ifadesi ile Çanakkale Cephesi’nde bir ağabeyinin olduğunu ve;


“Eve, Fehmi Ağabeyime ve Yakup’a birer mektup yazdım” ifadesinden de İstanbul’da bir ağabeyi olduğunu öğreniyoruz.


Günlüğün bize ulaşmasına vesile olan kızkardeşinin torunu hanımefendiye bu iki ağabeyin durumunun sorulması üzerine Fehmi Ağabeyi’nin Kurtuluş Savaşı’nda muhtemelen Sakarya Muharebesi’nde şehit olduğu anlaşılmıştır. Günlükte ismi geçmeyen ancak İbrahim Naci’nin 9 Haziran’da Kumkale’de iken yakındaki bir birlikte olduğunu öğrenip telefonda görüştüğü ve bir subay olarak Çanakkale Muharebelerine katılmış olan ağabeyinin isminin Mehmet Rasim olduğunu öğrendik. Ağabeyi Mehmet Rasim, sonradan binbaşı rütbesiyle askerlikten ayrılarak emekli olmuştur.


Esasında İbrahim Naci, günlüğünde ilk ismi, İbra­him’den hiç bahsetmemekte, sadece Arap alfabesinin ilk harfi elif [ ا ] kısaltmasını kullanmaktadır. İmzasını İ. Naci şeklinde atan Naci Efendi’nin ilk ismini günlüğüne daha sonra kız kardeşi Fatma Hanım’ın torunu olduğunu öğrendiğimiz Nüzhet Örnek Hanım tarafından Latin harfleri ile yazılmış “İbrahim Naci” ifadesinden ve bundan daha da önemlisi Harp Mecmuası’nın “Yaşayan Ölüler” başlığında şehitlerin fotoğraf ve künyelerinin gösterildiği sayfadaki kayıtlardan öğrenmekteyiz. [2] Alay, tabur ve rütbesinin tutması, mecmuadaki kişinin, günlük sahibi İbrahim Naci olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca fotoğrafın altındaki şahadet tarihi ile İbrahim Naci’nin günlüğüne son yazdığı tarih de aynıdır: 21 Haziran 1915 / Pazartesi.


Nüzhet Hanım’ın günlüğün sonuna 27 Mart 1961 tarihli kendi el yazısı ile ve Latin harfleriyle kaydettiği ifadeler ayrıca bir önem arz etmektedir. Bu yazının olduğu sayfanın ortası diğer sayfa ile yapışmış olduğundan yazı tam olarak anlaşılamayacak durumda idi. Bir uzmandan aldığımız yardım sayesinde iki sayfa, yazı bozulmaksızın birbirinden ayrıldı. Nüzhet Hanım büyük dayısının günlüğünü okuduktan sonra duygularını son derece samimi ve duygusal ifadelerle kaleme aldıktan sonra sözlerini tıpkı dayısının günlüğe yazdığı son kelime ile bitirmektedir: Allahaısmarladık.


Canım dayıcığım. Şimdiye kadar senden haberim bile yoktu” ifadeleri ile başlayan bu metni de kitabın sonundaki ekler bölümüne koyduk.


Günlüğün İsimlendirilmesi


Klasik olarak bu günlüğe “İbrahim Naci Efendi’nin Günlüğü” ismi verilebilirdi. Bu hususta esasında günlüğün ilk sayfasında ismi de verilmiştir. İ. Naci günlüğünü “Harb-i Umumi Hatıratı” şeklinde isimlendirilmişken daha sonra bu ismin üstünü çizerek hemen altına, “Gelibolu Muharebatı Hatıratı” yazmıştır.


Günlüğe bu isim verilmiş olmasına rağmen, tarafımızdan kitabın kapak ismi olarak, İbrahim Naci’nin günlüğe son olarak yazdığı; “Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor… Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık” cümlesinin son kelimesi olan “Allahaısmarladık” ifadesini koymayı uygun bulduk. Böylece İbrahim Naci, neşrini hazırladığımız günlüğünün ismini de kendisi koymuş oldu.


Günlükte Nelerden Bahsediliyor


İbrahim Naci, günlüğünde genel olarak İstanbul’da başlayıp şehit olması ile neticelenen seyahati esnasında yaşanan hadiseleri ve bulunduğu mekânları anlatmıştır. Günlük sade bir anlatımın dışında savaşın insan üzerinde bıraktığı tesiri de anlatması bakımından önem arz etmektedir. Günlük, Çanakkale Muharebelerinin yanlış bilinen bazı hususlarını da tashih etmektedir. Günlükte anlatılanlar Çanakkale Muharebeleri sırasında birliklerin hem iâşe, hem de asker ve cephane açısından ikmaline örnekler ihtiva etmektedir. İbrahim Naci’nin 71. Alay’ı, Anzakları kesin olarak yarımadadan atmak üzere yapılan 19 Mayıs 1915 gecesi yapılan, 10.000 kişiden fazla zayiatın verildiği genel taarruzundan sonra cepheyi ikmal için gönderilen birliklerdendir. [3]


Günlüğün tutulmaya başlanıldığı dönem cephede muharebelerin yoğun bir şekilde yaşandığı zamandır. Cepheye devamlı asker nakli yapılmaktadır. 14 Mayıs 1915 tarihine kadar cepheye yapılan ikmal eri toplamı, 25.000’e ulaşmıştır. Günde ortalama nakledilen asker sayısı 2.000 kişiyi çoğu zaman aşmaktadır. Temmuz sonu itibarı ile nakledilen toplam er sayısı 78.965 kişidir. [4]


Denizaltı Faaliyetleri


Günlükte bahsi geçen konuların başında Marma­ra’daki İngiliz denizaltılarının oluşturduğu tehlike gelmektedir. İbrahim Naci’nin taburu ve diğer bazı birliklerin İstanbul’dan cepheye nakli Almanların Rodosto Vapuru ile gerçekleştirilecekken İngiliz denizaltılarından birinin limandaki gemilerden birine ateş etmesi, bir mavnaya da zarar vermesi üzerine bundan vazgeçilmiştir. Durdurulan asker nakli karayolu ile yapılmıştır. Karayolu ile yapılan nakillerde, demiryolu ile Edirne Uzunköprü’ye getirilen birlikler, buradan yaya olarak cephenin ilgili yerlerine gönderilmiştir. [5]


Günlükte bahsi geçen hadise İngiliz denizaltısı E-11 tarafından gerçekleştirilmiştir. Deniz Ön Yüzbaşı M. E. Nasmith komutasındaki E-11 Komutanı Kefalo’dan Çanakkale Boğazı’ndaki ilk görevi için 19 Mayıs 1915 günü Gelibolu’yu geçerek Marmara Denizi’ne girmiş, 25 Mayıs 1915 sabahı İstanbul’a doğru ilerleyerek öğlen Galata Rıhtımı’na varmıştır. Böylece Kaptan Nasmith kendi tabiri ile “İstanbul içine dalmış” bulunuyordu. O gün İbrahim Naci’nin de içinde bulunduğu muhtelif birlikler Gelibolu’ya nakledilecekti.


Denizaltı Komutanı Yüzbaşı Nasmith, gerekli hesaplamaları gözden geçirerek liman içine sokulmayı ve gemilere iki torpido atmayı başarmıştır. Atılan torpidolardan biri Tophane Rıhtımı’na, diğeri de 3.359 tonluk İstanbul Vapuru’nun bordasındaki bir mavnaya çarpmış ve nakliyelere bir şey olmamıştı. Denizaltının bu faaliyeti İngiliz gazetelerine de haber olmuştur. E-11 Denizaltısı’nın başarılı bir şekilde Marmara’ya geçmesi İstanbul’da paniğe neden olurken, halkın arasında şehre Rusların geldiği korkusunu da yaymıştır.


Bu denizaltı, Çanakkale Boğazı’nı geçen ilk denizaltı değildir. Bundan önce Avustralya AE-2 ve İngilizlerin E-14 Denizaltıları Marmara’ya girmişti. [6] Denizaltıların Çanakkale Savaşları boyunca verdiği zarar oldukça büyük boyuttadır. Çanakkale Muharebeleri boyunca 13 düşman denizaltısı Marmara’ya toplam 27 sefer yapmıştır. Osmanlı bahriyesine verdiği zararın bilançosu; 1 savaş gemisi, 5 gambot, 11 nakliye gemisi, 44 yük gemisi, 148 yelkenlidir. Müttefiklerin Marmara’ya giren veya girmeye teşebbüs eden 13 denizaltısından, 3’ü İngiliz (E-15, E-7, E-20), 3’ü Fransız (Joule, Mariotte, Saphir), 1’i Avustralya (AE-2) olmak üzere toplam 7 denizaltı batırılmış, 1 Fransız (Turquoise) denizaltısı ise sağlam olarak ele geçirilmiştir.


Burhan Felek de o günkü duruma şahit olanlardandır. O denizaltıların İstanbul halkında meydana getirdiği etkiyi söyle anlatmaktadır:


“Marmara’ya düşman denizaltısı girmişti… Biz, nitekim günün birinde, güpegündüz, bu denizaltılardan biri, Üsküdar’ı topa tuttu dersem, birkaç mermi attı. Bunlardan biri bizim mahallenin (bugünkü Selimiye Kışlası civarındaki İhsaniye Mahallesi) batı kısmında bir yere, Paşakapısı civarına düştü. Bir diğeri de, Selimiye’ye düşmüştü… O sebeple idi ki, Marmara Denizi’nde bizim alelâde vapurlarımız sefer etmezlerdi. Ancak Kızılay gemileri, hastane gemileri sefer yapabilirlerdi. Onları da arada bir bu düşman gemileri kontrol ederdi. Yani bizim savaş zamanı Marmara’da hâkimiyetimiz yoktu.” [7]


İbrahim Naci’nin Cepheye İntikali


İbrahim Naci’nin taburu, denizden nakledilemeyince Sirkeci’den Maslak istikametine tekrar dönmüş, Zincirlikuyu’da ordugâh kurduktan sonra trene binmek üzere ertesi gün 26 Mayıs’ta Eyüp, Davudpaşa yolu ile Bakırköy’e gönderilmiştir.


27 Mayıs’ta Bakırköy’den akşam vakitlerinde trenle hareket eden tabur, ertesi gün sabah saat 9.50’de Uzun­köprü’ye varmıştır. Buradan karayolu ile Akbaş İskelesi’ne, oradan da Çanakkale’ye geçilmiş, bir müddet İntepe, Erenköyü civarlarında bulunduktan sonra tekrar Gelibolu Yarımadası’na dönülerek Melek Hanım Çiftliği civarına yerleştirilmiştir.


İbrahim Naci’nin verdiği bilgiler, asker naklinin keyfiyetini yansıtmasının yanında, [8] Çanakkale Boğazı’nı savunmak için kurulan 5. Ordu’nun lojistik ikmalini karşılamak üzere kurulan 5. Menzil Teşkilatı’nın faaliyetlerine de ışık tutmaktadır. Zira Naci Efendi’nin Uzunköprü’den Akbaş’a intikal ettiği güzergâh aynı zamanda menzil teşkilatının da nakil yoludur.


Askerin İaşe Meselesi


İbrahim Naci, günlüğünde gerektiğinde teferruattan kaçmamıştır. Gerektiği zaman uzun açıklamalarda bulunmuştur. Üzerinde durduğu hususlardan biri de askerlerin iaşe keyfiyetidir.


Çanakkale Muharebeleri ile ilgili yaygın kanaat askerin iaşe hususunda sıkıntılar çektiğidir. Hâlbuki İbrahim Naci’nin günlüğünde verdiği bilgilerden muharebe anları istisna edilirse, askerin iaşe temini noktasında fazla sıkıntı çekmediği anlaşılmaktadır. İbrahim Naci bu hususu; “İâşe ise pek mükemmeldi. Asker bazen günde üç defa yemek yiyordu” diyerek belirtmektedir.


Pişirilen ekmekler ve mutfaklardan alınan yemekler genellikle merkeplerle askerlerin dar, sıçan yolu olarak vasıflandırdıkları irtibat yollarından bölük eminleri tarafından getirilmiştir. Çekilen sıkıntılar ise taarruzlar ve bombardımanlar sırasında yemeklerin askere özellikle sıcak bir şekilde ulaştırılmamasından kaynaklanmıştır. Zaman zaman, bombardıman korkusu ile geriye kurulan mutfaklardan yemekler siperlere sıcak getirilememiştir. Bu nedenle askerler yemeklerin soğuk geldiği hususunda şikâyetlerde bulunmuşlardır. [9]


Cephede yemekler genellikle kuru bakliyata dayanmaktaydı; askere pirinç çorbası, etli fasulye, etli nohut, bulgur pilavı, kuru bakla ve hoşaf verilmiştir. Askerin kuru üzüm ve fındık gibi çerezleri de ihmal edilmemiştir. [10]


İbrahim Naci’nin verdiği yemek listeleri de bundan farksızdır. Genel olarak askere fasulye, pilav, papara, nohut, bakla, hoşaf, konserve verilmektedir. Yemeklerin büyük kısmında ise et bulunmaktadır. İbrahim Naci’nin verdiği yemek isimleri, savaşın şartları da düşünüldüğünde o günlerde birçok insanın sofrasında yoktur. Yalnız subayların erlerden farklı yemek yediği belirtilmektedir. Erlere karavana verilirken, kendilerine “lokanta” tabir edilen yerden yemek verilmektedir:


 


“…Biraz sonra ise lokantadan yemek geldi. Fasulye pek lezzetli idi. Birazını da pilava katarak yedim. İri üzüm hoşafını da içtim. Bu sırada efrada baklayı dağıttırdım. Bunu yedikten sonra hoşafı da verdim.”


“…Askerler akşam yemeğinde pilav ve hoşaf yediler. Ben de lokantadan gelen et, pilav ve hoşafla karnımı doyurdum.”


Kasabalar ve Sakinleri


İbrahim Naci uğradığı kasabalardan sadece geçip gitmemiş, kasabayı ve içinde varsa yaşayanları da gözlemlemiştir. Anlatımlarında teferruattan kaçınmayan İbrahim Naci’nin verdiği bilgiler, savaşın mekân ve mekânın esas unsuru halkın durumu hakkında geniş bilgileri ihtiva etmektedir.


Muharebeler sırasında sosyal hayat da devam etmektedir. Asker birbiri ile sohbetten geri kalmamakta, memleketindeki sevdikleri için türküler söylemektedir:


 


Akşamüstü binbaşı geldi. Çadırın önünde beylik ve kaput sererek oturduk. Sohbet ettik. Ben akşam yemeğini de (kabak, nohut, işkembe çorbası) yedikten sonra Hafız’a gazel söylemesi için haber gönderdim. Şimdi artık her taraftan gazel, naat, ilahi nameleri işitiliyordu.”


İbrahim Naci’nin İki Cânânı


İbrahim Naci günlüğünde hissiyatını da gizlememiş, sevdiklerinden ayrı kalmanın kendisinde meydana getirdiği hasret ve hüznü her fırsatta zikretmiştir:


 


“Oh!… Çünkü o gün mutlu olma isteği ve arzusu içinde idim. Bugün, bugün ise ayrılık elemlerinin, harp facialarının vücuda getirdiği öyle karanlık ve derin felaket girdabının önündeyim ki, bunun nihayetsiz neticesine gözlerimi diktiğim zaman başımın bir kasırga süratiyle döndüğünü hissediyorum.”


 


O, “Öğleden sonra biraz yatmıştım. Rüyamda iki cânânı gördüm. Şimdi defterimde buna dair uzun şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü onları düşündükçe kalbim sıkışıyor. Boğulacak gibi oluyorum. Ah, bu hayatın acılıkları, bu hicran!..” şeklinde ifade ettiği kişilere karşı olan özlemini ve onlardan ayrılışın hicranını hissetmektedir


Bu cananlardan ilki, İbrahim Naci’yi en çok üzen ve etkileyen ona daima hicran ve hasret duygularını hatırlatan, belki de satırlarına samimiyeti aksettiren kişi, “E. N.” baş harflerini verdiği sevdiği kişidir.


 


“Oh, bu ne ıstırap, ya Rabbi, ne azap!.. Şimdi bu satırları yazdıkça heyecandan bütün vücudumun titrediğini hissediyorum. Neden bu kadar duyguluyum. Artık yazmak istemiyorum. Çünkü yazdıkça içimde baygın bir selin her tarafı istila ettiğini görüyorum. İşte nefesim daralmaya başladı. Ah! “E. N.” Bu ıssız, meçhul dağ başlarında seni ne kadar düşündüğümü senin için neler çektiğimi bilsen. Acaba bunu anlayacak mısın? Yoksa benim sizi unuttuğum fikrine mi kapılacaksınız. Bu kadar kâfi. Boğuluyorum, boğuluyorum. Artık yazamıyorum. Sana selam “E. N.”. Saat gece 8.30.”


 


İlerleyen satırlarda ise muhtemelen ikinci cânânın ismini “M.” rumuzuyla vermiştir:


 


“Beni fersiz, yaşlı gözleriyle, yanan ve ağlayan kalbiyle, sonsuza kadar yaralı ve kırık kalacak gönlüyle “M.” ne olacaktı?”


Ölümü Düşünmek


İbrahim Naci’nin muharebe sahasına giderken görmüş olduğu birkaç şehit kabrinin kendisinde oluşturduğu hissiyat cepheye giden her fertte mevcuttu. Ayrıca bu durum o cephe manzarasını aksettirmesi bakımından önemlidir.


 


“Öğleden sonra saat 2.20’de etüve gitmek üzere bulunduğumuz mahalden çıktık. Vadiye paralel giden yamaca çıktığımız zaman solda yeni birkaç mezar nazar-ı dikkatimizi çekti. İlerledim baktım.


Bunların çoğunun üzerinde hiçbir işaret yoktu. Bazılarında birer ağaç dalı, iki üç tanesinde de kırık tahtalar vardı. Okudum. Bunlarda muharebede şehit düşen fedakâr subayların isimleri yazılıydı.


Ve şimdi doğrusu kalben pek sarsılmış bir haldeyim. Kendisi kim bilir nasıl bir naz u niyaz içinde büyümüş, ne azim bir anne-babanın şefkat ve merhameti ile beslenmiş bu vücutlar şimdi nerede yatıyorlar.


Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi.


Bu bakalım bana da aynı akıbeti mi göstereceksin? Yoksa sevdiklerime kavuşmaya müsaade edecek misin? Bu yakın olacak mı ya Rabbi?”


Günlükteki Çevre Bilgileri


Günlükte geniş bir şekilde yer alan hususların başında mekân tasvirleri gelmektedir. Bu tasvirlerde mekânlardaki insan unsuru da ele alınmıştır. Savaşın kötülüğü, şehir ve kasabalar üzerindeki etkilerini anlatırken iyice anlaşılmaktadır. Çanakkale’nin maruz kaldığı durumu ise aşağıdaki ifadeler ile anlatmaktadır:


 


“Ne müthiş. O güzel sevimli Çanakkale şimdi bir harabe gibiydi. Düşman birçok yerleri yakmış, yıkmış. Yıkılmayanlar da boş ve kapalı. Birkaç dükkân açıktı.”


 


İbrahim Naci, Maydos’u [Eceabat] ise daha farklı bir üslup ile tasvir etmektedir:


 


“Burada harbin etkileri daha açıktı. Hele Maydos’ta… Bu küçük ve şirin kasaba şimdi ne matemî bir manzara arz ediyordu. Binaların hemen hepsi düşman mermileri ile yıkılmış, yakılmıştı. Kasabada bizden ve Kilya’ya gelen birkaç askerden başka hiçbir şey yoktu.”


 


İbrahim Naci, günlüğünde savaşın cereyan ettiği bu mekânları tahayyül ettirecek ayrıntılara da yer vermiştir:


“Karşımda Soğanlı nam dereye doğru yarım küre şeklinde uzanmış birbirine paralel altı tane kel tepe var. Sonra bunlardan bazılarının üzerinde beyaz bir şerit gibi kıvranarak gözden kaybolan birkaç yol var.”


“Vadi ise oldukça geniş, yürüyüş ve geçişten dolayı yarı beyaz. Dere kenarında arabalar, hayvanlar, insanlar âtıl ve hareketsiz. Bazı bazı yollarda şurada burada bir hayvan, bir araba, bir kafile görünüyor, sonra kayboluyor. Kel tepelerin yamaçlarında ise elle serpilmiş gibi birçok gölgelikler, maskeli çadırlar, zeminlikler var.”


Ve İki Şehit


Günlüğü diğerlerinden ayıran en önemli husus, İbrahim Naci’nin şahadeti hakkında hamiş yazan bölük komutanı Yüzbaşı Bedri Efendi’nin de şehit olmasıdır. Yüzbaşı Bedri Efendi, “Zavallı Naci, evladım gibi sevdiğim yavrum, defterine emanet ettiğin hislerini bir peder, bir ağabey yakınlığıyla okudum” diye başladığı hamişinde “Naci’m, pek genç ve körpe iken kara topraklara emanet ettiğim o sevimli vücudundan uzak kalmak hem benim, hem de bölük askerlerinin -telafisi imkânsız- büyük bir kaybıydı. Yalnız benim ve bölüğün mü ya?..” diyerek İbrahim Naci’nin şahadetini bize bildirmektedir.


Bedri Efendi bu hamişine nokta koyamamıştır. Son cümlesi “virgül” ile yarım kalmıştır. Çünkü yazısını bitiremeden şehit olmuştur. Bedri Efendi’nin kendi el yazısı ile yazdığı ve yarım bıraktığı metnin hemen altına, tabur imamı ve kâtibi tarafından yazılıp imzalanan Bedri Efendi’nin de 2 Temmuz 1915’de şehit olduğu notudur:


“Bölüğün yüzbaşısı Bedri Efendi yukarıdaki hamişi buraya kadar yazarak, 1 Temmuz 1915 tarihinde istirahat mahallinden sağ cenaha taburla gittiği sırada, 2 Temmuz 1915’te onun da şahadeti maalesef vuku bulmuştur.”


71. Alay, İbrahim Naci Efendi ve Yüzbaşı Bedri Efendi’nin Şahadetleri


1912-13’teki Balkan Harbi sırasında 24. Bağımsız İşkodra Tümen’in alaylarından biri 71. Alay’dır. Tümenin diğer alayları ise 70. ve 72. Alaylardır. Şubat 1915 yılında yeni sefer kuruluşları çerçevesinde bu tümenin 70. ve 71. Alaylar alınarak Çanakkale’yi savunmak üzere Anadolu tarafında görevlendirilen 1. Tümen’e verilmiştir. Tümenin diğer alayı ise 124. Alay’dır.


Çıkarma günü Müttefiklerin ilk hedefi olan Alçı­tepe’yi ele geçirmek, bütün gayretlerine rağmen mümkün olmamıştır. Özellikle Alçıtepe yolu üzerinde Kirte Köyü’nü (Alçıtepe Köyü) almak üzere yapılan muharebeler neticesiz kalmıştır. Özellikle 4-6 Haziran’da yapılan III. Kirte taarruzlarından sonra cephenin merkezinde bir ilerleme olmasına rağmen sağ ve sol yani Kerevizdere ve Zığındere taraflarında bir ilerleme olmamıştır. Müttefik kuvvetlerde seferin geleceği hususu hararetle tartışılmaya başlanmıştır. Hamilton, taarruz öncesi Lord Kitchner’in takviye birlikler gönderilmesi durumunda başarı ümidi olup olmadığı şeklindeki sorusuna, taarruzdan sonra şöyle cevap verecektir: [11]


“Bu harekâttan sonra şuna kani oldum ki, elimdeki kuvvetlerle harekât çok yavaş gelişecektir. Eğer genel durumda mühim bir değişiklik olmazsa (mesela Bulgarlarla Türkler arasında kesin bir anlaşma) 17 Mayıs tarihli telgrafla istediğim takviye kıtaları gönderildiği takdirde Kilitbahir’i alarak emniyet ve süratle neticeyi elde edeceğim.”


 


Naci Efendi’nin şahadetine sebep olan muharebe ise Müttefik cephesinin Fransızların bulunduğu sağ tarafında Türk tarafının “83 Rakımlı Tepe Muharebeleri”, Fransızların “Kerevizdere” ismini verdiği muharebelerdir (21-22 Haziran 1915).


Fransızların 21 Haziran sabahı 4.30’daki bombardıman sonrası saat 6.00’da başlayan taarruzlarını, Arıburnu’nda yapılan başarısız 19 Mayıs taarruzunun yorgun ve yaralı tümeni, 1., 5. ve 6. Alaylardan müteşekkil Yarbay Hasan Askeri Bey’in komutasındaki 2. Tümen karşılamıştır.


19 Mayıs Taarruzu’nda ağır kayıplar veren 2. Tümen, ordu ihtiyatına Sarafim Çiftliği’ne alınmıştı. Daha sonra karargâhı Salimbey Çiftliği’nde olan Güney Grubu emrine verilen 2. Tümen Türk cephe hattının sol tarafında yani doğu kısmında Fransız birliklerinin karşısındaki mevzileri tutmuştu. [12]


2. Tümen’i takviye için 71. Alay’ın 2. ve 3. Taburları da Anadolu tarafından Gelibolu Yarımadası’na geçirilmiştir. Kerevizdere Muharebeleri sırasında 2. Tümen’in 1. ve 6. Alaylarını takviye eden 5. Alay birliklerinin epey zayiat vermesi üzerine Naci Efendi’nin taburu olan 71. Alay 3. Tabur’unun saat 9.30’da Kerevizdere’ye gelmesi emredilmiştir. [13] İbrahim Naci’nin günlüğünün son sayfasında;


 


“Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz. Allah hayreylesin…


Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor… Şimdi birinci onbaşım yaralandı.”


 


diye belirttiği harekat Kerevizdere’deki 2. Tümen’in alaylarını takviyeye gidişlerine dairdir. Gelibolu Yarımadasının en kanlı muharebelerinden birisi olan Kervizdere Muharebesi, İbrahim Naci’nin girdiği ilk ve son muharebe olacak, cephe hattında o gün şehit olacaktır.


Buradaki kısmi başarısı Fransız komutan General Gouraud’a Londra ve Paris’ten kutlama telgraflarının gelmesine neden olmuştur. İngiliz yazar Oglander kazanılan bu başarıyı kıvanç verici olarak görmekteyse de Türklerin Kerevizdere’nin batı sırtlarında hala kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Taarruzun hedefi olan cephe için önemli bir nokta Kutsibey Tepesi (Quadrilateral) direneği ele geçirilememiştir. [14] Müttefiklerin, ele geçirdikleri 150-200 metrelik mevzidir. Verdikleri kayıplar ise elde edilen neticeye kıyasla pek fazladır. İngiliz yazar Fransız taarruzunun kaybını 2.500’den fazla ölü ve yaralı olarak vermiştir. [15]


Yüzbaşı Bedri Efendi’nin şahadeti ise 28 Haziran-5 Temmuz 1915 tarihleri arasında cereyan eden Zığındere Muharebeleri sırasında 1. Tümen’in, 2 Temmuz’da yapılması planlanan bugünkü Nuri Yamut Şehitlik Anıtı civarında düşmana yaptığı taarruz sırasında olmuştur.


Harekât, I. Kerevizderesi Muharebesi’de Fransız kuvvetlerinin Müttefik cephesinin sağ tarafındaki ilerlemesinin, İngilizler tarafından cephenin sol tarafında da yapılması gerektiği düşüncesi ile hazırlanmıştır.


İngilizlerin taarruz hedefi Zığındere Sırtı üzerindeki beş adet siper hattı ve kıyı yönünde dik yamaçta yapılan irtibat hendeğiydi. İngilizler hava fotoğraflarından da istifade ederek J-10, J-11, J-12, J-13 ve J-13b olarak isimlendirdikleri bu siperlerinin özellikle J-12 ve J-13 numaralı olanlarının ele geçirilmesi hedeflenmişti. [16]


28 Haziran sabaha doğru saat 2.00’de başlayan şiddetli bombardıman günün ilk ışıklarına kadar devam etmişti. Bütün belirtiler beklen saldırının başlamak üzere olduğunu gösteriyordu. Özellikle sabah saatlerinde artan bu ezici ve ağır bombardıman, mevzilerdeki tel engelleri yerle bir etmiş, telefon hatları kopmuş, sağlıklı haberleşme imkânı kalmamıştı. 10.45’de gelen raporlar da düşmanın taarruza başlamasıyla birlikte ileri siperlerin artık kullanılamaz hale geldiğini bildiriliyordu. İlk taarruz sırasında İngilizlerin Boomerang adını verdikleri, kendi siperlerine en yakın (33. Alay’ın 2. Tabur 5. Bölük tarafından savunulan) siperler ele geçirilmiş, 100 de esir alınmıştı. Siperlerin ağır top ateşi ile tahrip edilmesi ele geçirilmelerini kolaylaştırmış, öğlen vakti J-13’e kadar siperler İngilizlerin eline geçmişti. [17]


33. Alay, İngilizlerin eline geçen siperleri (J-10, J-13) ardı ardına gönderilen bütün takviyelere rağmen geri alamamış, ilerleyen müttefik kuvvetlerin bölgedeki Türk birliklerini batıdan kuşatma tehlikesi baş göstermişti.


Kirte Köyü’nün batıdan kuşatılma tehlikesi ve bu ilk harekâttan sonra beş gün boyunca yapılacak taarruzlardan da bir sonuç alınamaması üzerine kesin bir taarruz planı hazırlanmıştır.


2 Temmuz’da yapılmasına karar verilen bu taarruz görülen lüzum üzerine öğleden sonraya ertelenmiştir. 2. Kolordu Komutanı Faik Paşa, 5. Ordu ve Güney Grubu Komutanlıklarının ısrarla üzerinde durduğu ve kendisinden beklediği başarıyı elde etmek için bütün gücüyle çalışıyordu. 2 Temmuz 1915’te yapılması düşünülen taarruzun bütün yükünü taşımakla görevlendirilen 1. Tümen Komutanı Yarbay Cafer Tayyar Bey’i (Eğilmez) bir biri ardına gönderdiği emirlerle sıkıştırıyordu.


Buna karşın cephedeki durumu yakından ve bütün çıplaklığı ile bilen tümen komutanı ise, tüm baskılara karşı koyarak gereksiz acelecilik ve ataklıktan kaçınmıştır. Bu nedenle de taarruzun ertelenmesini sağlamış, üç gündür başını taarruzlardan kaldıramayan askerinin ihtiyaçlarını temine çalışmıştır. Esasında bu durumu takip eden kolordu komutanı Faik Paşa, taarruzu önce 15.00’e, daha sonra hazırlıkların ve keşif faaliyetlerinin tamamlanması için 18.00’e ertelemiştir. [18]


Cafer Tayyar Bey’in 1. Tümen’inin üç alayının (70., 71. ve 124. Alaylar) 3. Taburlarının katılmasından dolayı “Üçler Hücumu” olarak tarihe geçen bu taarruz, Çanakkale Muharebelerinin önemli anlarından biridir. 2. Kolordu komutanı yapılacak taarruzun 11 maddelik emrini şöyle bitirmekteydi: [19]


 


“Osmanlılığın ve Müslümanlığın yaşatılmasına ilişkin bu taarruzun başarıya erişmesini Allah’tan niyaz eder ve arkadaşlarımın fedakârlık ve kahramanlıklarını beklerim. Şehit olacakların ruhuna Fatiha sunar, gazi olacakların gözlerinden öperim.”


 


Taarruzdan bir buçuk ay sonra 21 Ağustos 1915’de, (kendisi de 70. Alay 3. Tabur Komutanı olarak Üçler Hücumu’na katılmış olan) 70. Alay Komutan Vekili Binbaşı Reşat’ın, tümen komutanının isteği üzerine gönderdiği raporda, yapılan taarruzun başlangıç anları için şunlar yazılmıştır: [20]


 


“Hücum… Önde 70. Alay’ın 3. Tabur İmamı Hüseyin Efendi olduğu ve tüm erler tarafından tekbir getirilerek 70. Alay’ın 9. ve 10. Bölükleri, adeta manevralarda hücum edercesine ve subayları önde bulunduğu halde Allah!.. Allah!., diye düşman üzerine atıldı. Aynı zamanda öbür taburların avcı hattını teşkil eden erleri de, taarruza katılmışlardı.”


 


Taarruz 3 Temmuz sabahı sona ermişti. İleri hat ve irtibat siperleri şehitler ve acı içerisinde inleyen yaralılar ile dolmuştu. Ordu Komutanı Liman Paşa’nın, taarruzun tekrarlanması emrini vermesine rağmen bu manzarayı bizzat gören 1. Tümen Komutanı Yarbay Cafer Tayyar Bey’in raporu üzerine, kolordu komutanı Faik Paşa hücumdan vazgeçmiştir.


71. Alayın 3. Taburu da 2 Temmuz’da bu taarruza katılmış, İbrahim Naci Efendi’nin bölük komutanı Bedri Efendi de günlükte yazıldığı üzere işte bu harekât sırasında şehit olmuştur.


Zığındere Muharebeleri bu taarruzla nihayet bulmamış, Liman Paşa’nın ısrarı üzerine görevden alınan Faik Paşa’nın yerine getirilen Mehmet Ali Paşa komutasındaki 1. Kolordu’nun (3. ve 5 Tümenler) katılımı ile Müttefik birliklerin tamamıyla geri atılması amacı ile Zığındere’ye 5 Temmuz’da gerçekleşen taarruzdan da bir sonuç elde edilememiştir. Taarruzlar bittiğinde ise Türk tarafının 28 Haziran-5 Temmuz arasındaki toplam kaybı 15.903 kişi olmuştur. [21]


Dr. Lokman Erdemir








[1]     Granville Fortescue, Çanakkale, çev. Rahmi. İstanbul 1331, s. 13.


[2]     “Yaşayan Ölüler”, Harp Mecmuası, Mart 1332 [1916], sayı 7, s. 108.


[3]     11 Mayısta cepheye gelen Enver Paşa, Ordu Karargâhı’nda, cephede ve Müstahkem Mevki Komutanlığı’nda inceleme yaptıktan sonra, 12 Mayıs’ta İstanbul’a dönmüştür. Ertesi günü 13 Mayıs’ta Ordu Komutanlığı’na gönderdiği emirde bazı eksiklikler anlatıldıktan sonra, emrin ilk maddesinde, 2. Tümen’in katılımıyla Kuzey Grubu’nda bir taarruzun yapılmasını istemiştir. Bu talep üzerine hazırlanan taarruz başarılı olamamış, gece 3.30’da başlayan harekât sabah 8.00’e kadar devam etmiştir. Çanakkale Muharebelerinin en önemli zamanlarından biri olan bu taarruzda 3.960 kadar şehit verilirken sayısı 7.000’e varan asker de yaralanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekatı (25 Nisan 1915 Mayıs 1915), C. V, 2. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 1978, s. 186 vd.;


[4]     Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, haz. Necmi Koral…[ve öte.], Ankara 1985, C. X, s. 214-215; Erdemir, Lokman, Çanakkale Savaşı Siyasi, Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009, s. 227.


[5]     Bu nakiller önceleri doğrudan Haydarpaşa, Bandırma, Karabiga, Lapseki’deki “Er Sevkiyât Merkezleri” veya “Nokta Komutanlıkları” aracılığıyla Tekirdağ, Gelibolu veya Maydos’a yapılmakta idi. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı (Haziran 1914- 25 Nisan 1915), Ankara 1993, C. 5, 1. Kitap, s. 538.


[6]     Robert Rhodes James, Gelibolu Harekatı, Çev: Haluk Saltıkgil. İstanbul Belge yayınları, 1965, s. 154; Alan Moorehead, Gelibolu, İstanbul, Doğan Kitap, 4. Baskı. 2003, s. 174 vd.; Victor Rudenno, Gelibolu Denizden Saldırı, Çev. Dilek Cenkçiler, Ankara: ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş., 2009, s. 185; The Manchester Guardian, 28 Mayıs, 2 Haziran 1915.


[7]     Burhan Felek, Hayal Belde İstanbul, İstanbul 1987, s. 83-84.


[8]     Bu yolu takip ederek cepheyi ziyarete gelen edebi heyetten Hamdullah Suphi’nin tasvirleri de o gün yaşananları göstermesi bakımından önemli misallerdendir:


“Taburlarımız arasında günlerden beri ‘Harp yerlerine biz evvel varacağız!’ diye bir yarışmadır devam ediyor. İnanınız ki, her taburun anlatmaya lâyık sekiz on hikâyesi, tartılmaya lâyık sekiz on kahramanı vardır. Bugün askerlerimizi tahrik eden ruhu, hattâ en iyi bir hayal ile tahmin etmek mümkün değildir. Size birer birer onların namus ve faziletini, erkek ruhunu bize öğretmiş olan vakaları anlatsam, hayran olursunuz…” Hamdullah Suphi Tanrıöver, Günebakan, Haz. Fethi Tevetoğlu, Ankara 1987, s. 74.


[9]     Münim Mustafa, Cepheden Cepheye: 1914-1918: İhtiyat Zâbiti Bulunduğum Sırada Cihan Harbi’nde Kanal ve Çanakkale Cephelerine Ait Hatıralarım, İstanbul 1998, s. 52; Carl Mühlman, Çanakkale Savaşı: Bir Alman Subayının Notları, Çev. Sedat Umran, İstanbul 1998, s. 112; Hidayet Özkök, Çanakkale’den Hicaz’a: Harp Hatıraları, Kayseri 1992, s. 4; İ. Hakkı Sunata, Gelibolu’dan Kafkaslara Birinci Dünya Savaşı Anılarım, İstanbul 2003, s. 133-134.


[10]    Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı (Haziran 1915 – Ocak 1916),  C. V, 3. Kitap, Ankara: Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1980. S. 528; Conk, Cemil,Cemil Conk Paşa’nın Çanakkale Hatıraları, Çanakkale Hatıraları, II, Haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2002. s. 149; Cahit Önder, Yaşayan Çanakkaleli Muharipler: Atatürk’ün Silah Arkadaşları, Çanakkale 2000, s. 61.


[11]    C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısı’na Kadar, haz. Metin Martı, İstanbul 2005, C. II, s. 68.


[12]    Çanakkale Harekâtı, III, s. 116.


[13]    Çanakkale Harekâtı, III, 128 vd..; Ian Hamilton, Gelibolu Hatıraları 1915, çev. M. Ali Yalman, Nurer Uğurlu, İstanbul 2005, s. 186.


[14]    Oglander, II, s. 96-97.


[15]    Oglander, II, s. 98.


[16]    Oglander, II, s. 101-102.


[17]    Oglander, II, s. 105.


[18]    Çanakkale Harekâtı, III, s. 177-178.


[19]    Çanakkale Harekâtı, III, s. 179.


[20]     Çanakkale Harekâtı, III, s. 181.


[21]    Çanakkale Harekâtı, III, s. 205-207

21.808 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir