GELİBOLU’YU ANLAMAK

Popüler Bir Muamma: Çanakkale’de Kimyasal Silah Kullanıldı mı?-2 (Ozan Bodur )

Evet, birinci bölümde Kimyasal silah ve savaşın tanım ve tarif ve çeşitleri ile tarihte ve 1.Dünya Savaşı sürecinde kullanımını anlatmaya çalıştık, peki, tarihin ilk kara-deniz-hava ortak harekâtı olan Gelibolu Muharebelerinde Kimyasal Gaz kullanıldı mı, ana sorumuz bu ve biz şimdi ona yoğunlaşıyoruz…


 


Son yıllarda her Çanakkale Şehitleri Haftası yaklaştığında (göreceksiniz bu sene de değişmeyecek) üzerinde en çok şişirme haber yapılan konulardan biri olan bu mesele; bazı yazar ve gazeteciler tarafından 90’lı yıllardan sonra sürekli ısıtılarak gündemimize sokulmaktadır. Kaldı ki bu haberler sadece güya İtilaf Devletlerinin Türklere zehirli gaz atmasıyla da sınırlı değildir. Masa başı senaryolarına göre; Churchill “Türkler insan değildir” diyerek (İngiliz yetkililerin insanlık suçudur demesine rağmen)  zehirli gaz attırmıştır. Ancak o gün, rüzgârın farklı yönden esmesiyle Osmanlı güçleri bu gazdan etkilenmemiştir. Sonrasın da Almanlar bize de zehirli gaz vermişler ancak, biz atmamışız, zaten İtilaf Devletleri askerleri de Türkler mert savaşır diye dağıtılan gaz maskelerini bile takmamışlardır…


 


 


İddialar bunlar şimdi de gerçekleri görelim…


 


 


Neden Dünya Savaşı?  Bir Mecburiyet mi Yoksa Asrın Hatası mı?


 


İki Alman savaş gemisi Goeben ve Breslau, Ağustos 1914 başında Akdeniz’de İngiliz kuvvetleri tarafından takibe alınmıştı.  Çanakkale Boğazı’na doğru ilerleyen gemilere Osmanlı tarafı giriş izni vermezse arkadan yetişen İngiliz filosu ile karasularımızda bir deniz savaşı cereyan etmesi içten bile değildi. Arkadan bir yardımda beklenmediğine göre Alman gemilerine iki seçenek kalmıştı; ya teslim olacaklardı ya da imha edileceklerdi… Sıkışan Almanlara 9 Ağustos’ta Said Halim Paşa çok parlak (!) bir çözüm önermişti;Gemiler, Dünya kamuoyuna karşı satın alınmış gibi bir görüntü çizilecek, Almanların eli rahatlatılacak Aynı zamanda İngilizlere sipariş edilip parası ödendiği halde Churchill’in güvenlik şartlarını öne süren bahanesi ile el konulan Sultan Osman ve Reşadiye gemilerinin öcü İngilizlerden alınmış olacaktı…Almanların bu parlak fikri kabul etmesinin sebebi öne sürülen senaryonun Alman Genel Kurmayına ait büyük planın bir parçası olduğundan mı yoksa şartların uygunluğundan mı kaynaklandığını net biçimde öğrenemesek de bildiğimiz Yavuz ve Midilli adını alan gemilerin Osmanlı Deniz Kuvvetlerine dâhil olduğudur.Dâhil olmuştur olmasına ama bahriyemizde bu son model gemileri kullanacak teknik eleman bulunmadığından(!)..Alman mürettebata bir fes giydirilerek şipşak Osmanlı yapılıvermişlerdi.  Bunun üzerine Churchill, 1 Eylül’de Türkiye’ye saldırı planlarına başlamak için kabineden yetki aldı. Öncelikli amaç, Çanakkale Boğazı’ndan çıkması durumunda iki geminin batırılmasıydı.(77)


Gemideki Alman mürettebatın varlığı İngilizleri her geçen gün çileden çıkartmıştı. Aslında yapılan bu son hamle Osmanlıların tarafsızlıklarını yitirdikleri anlamına geliyordu. Doğrusu da buydu. İttihatçı grup müttefiklerini çoktan seçmişti ama çaktırmak istemiyorlardı. Sadrazamı devre dışı bırakarak Almanlarla gizlice anlaşan Enver Paşa, inisiyatifi tamamen ele geçirmiş, Liman Von Sanders’e Çanakkale Boğazı’nı kapatma ve mayın döşeme emrini vermişti. İngiltere yine de sabrediyor, savaş açmıyordu. (78)


 Öte yandan Almanlar iki savaş gemilerini kaybetmiş ama Osmanlı Devleti’ni savaşa çekmeyi başaramamışlardı. Aslında Enver Paşa ve arkadaşlarının hedefinde, İngiltere değil, Rusya vardı. Bu ezelî düşmanımızı çökertmek ve Alman-Rus savaşının cephesini yaymak için düğmeye basılması gerekiyordu. Peki kim basacaktı düğmeye? Tabiî ki İttihatçıların çılgın ismi… Enver…9 Ekim’de Alman Büyükelçisi Wangenheim’a, savaşa girilmesi hususunda Meclis’in desteğini arkasına aldığı teminatını verirken görüyoruz onu. Ekim ortasında savaşa gireceklerini de ekliyordu sözlerine. Ancak küçük bir ayrıntıda ekliyordu… Ordunun malî desteğe ihtiyacı vardı. Yani Almanlardan kesenin ağzını açmalarını istiyordu. 11 Ekim’de İttihatçı liderler, Enver tarafından ikna edilmiş, 2 milyon altın lira geldiği takdirde Almanların safında savaşa girebilecekleri bildirilmişti. Altınlar gelmiş ama nasıl olmuşsa bu arada Talat Paşa kararından caymıştı. Ancak İngilizler saldırırsa savaşa girecek, aksi takdirde tarafsızlıklarını koruyacaklardı. O durumda bile Enver ve ikna ettiği Cemal Paşalardan başka kimse savaşa girme riskini üstlenmek istemiyordu. Enver Paşa, Almanlar nezdinde itibarını yitirme tehlikesiyle burun buruna gelmişti. Kariyerinin ‘’kader anı’’karşı karşıya kalan Enver, verdiği gizli emirlerle Donanmayı Karadeniz’e çıkarmıştı… Ateş açma emrinin kim tarafından verildiği bugüne kadar çözülememiş olmakla birlikte muhtemelen Souchon’un Almanya’dan aldığı talimat üzerine -Türkleri savaşa girmek mecburiyetinde bırakmak için- 28 Ekim’de Sivastopol ve Odessa limanları bombalandı. Buna cevap olarak Rusya 2 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Ve Çanakkale açıklarında bekleyen İngiliz gemileri ertesi gün Londra’dan bombardımana başlama emrini aldılar. Tarihler 3 Kasım 1914’ü gösteriyordu. (79)Ve Osmanlı artık Birinci Dünya Savaşında taraf olmuştu…


Evet… İçinde; toplamda 80.000’e yakın şehit,100.000’in üzerinde yaralı, gönüllü teslim olanlarla birlikte 20.000’in üzerinde esir verdiğimiz, binlerce askerimizin akıbetinin meçhul olduğu, Çanakkale Savaşlarının da bulunduğu, Birinci Dünya Savaşı denilen kıyamet, ülkeyi virana çevirdikten sonra 2 Kasım 1918 gecesi bir Alman torpidosuna binerek kaçıp giden İttihatçıların şımarık çocuğu Enver’in üstün gayretleri(!)  nihayetinde başımıza gelmişti..Ne biz bu savaşa girmeye mecburduk ne de binlerce askerimizi kaybetmeye… Bugün ‘’Biz Savaşmaya Mecbur muyduk’’diye geçmişe sorduğumuzda, maalesef tarihin bize verdiği cevap; Hayır’dır!


Bakmayın siz, ‘’İyi yetişmiş akıllı bir İngiliz centilmeni’’ (80) olan İngiliz Elçi Sir Louis Mallet, İttihat ve Terakki yönetimini defalarca uyarmıştır.Sadece Enver’i de değil savaş yanlısı tüm bakanlara,Osmanlı’nın çok güç durumda bulunduğunu,Balkan Savaşından yeni çıktığını,bu tipte bir savaşı kaldıracak durumunun asla olmadığını yollarını aşındırdığı Bab-ı Ali de gördüğü her yetkiliyi anlatmıştır.Sadece O da değil..Rus Elçisi Giers,Fransız Bompard da aynı şekilde…Hatta burası çok ilginçtir,Ağustos ayının sonlarına doğru Osmanlı’nın savaşı bırakıp tarafsız kalması durumunda;’’İngiltere,Fransa ve Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğunu her türlü saldırıdan koruyacakları’’ güvencesini de vermişlerdi. Ama nafile… Wilhelmstrasse (Alman Dış İşleri ) tarafından, Türkleri pohpohlamak, Almanya adına gözlerini boyamak ve onları büyülemek, böylelikle ufukta Alman Ordusunun üstünlüğü ve teknolojik farkı dışında bir şey görmemelerini sağlamakla görevlendirilen Alman Elçi Wangenheim maalesef tarihini görevini yerine getirmişti; Türkler artık Dünya Savaşında bir taraf teşkil ediyorlardı…(81)


Yollar Çanakkale’ye Çıkıyor…


3 Kasım 1914 de Gelibolu da cereyan eden İngiliz bombardımanının hususi bir Çanakkale Operasyonu ile alakası yoktu. Bu hareket boğaza karşı hazırlanmış bir hücum tertip planından değil istihkâmların silahlandırılmasına ait bilgileri yoklama güdüsünden ileri geliyordu.


Çanakkale Boğazına karşı yapılacak taarruz meselesi bu saldırıdan üç hafta sonra henüz yeni oluşturulmuş olan Harp Meclisinin ilk toplantısında savaşın idaresinden sorumlu üst düzey yetkililer ve bakanlar tarafından ilk defa tartışılmıştı. Mısır ile Süveyş Kanalı konusundaki tedbirlerin tartışıldığı bir anda Deniz Bakanı W.Churchill, bu hedefe varmanın en uygun yolunun Çanakkale Boğazına gerçekleştirilecek bir askeri harekât olduğunu ifade etmişti. Bu resmi bir ağızdan Çanakkale Boğazına gerçekleştirilecek harekâtın ilk sinyali idi. Yine Churchill’e göre bu hareketin hedefini barış şartlarını İstanbul’a dikte ettirmek olarak açıklamış ve buna benzer birkaç proje daha öne sürmüş ancak hiç biri uygun görülmemişti. Lakin Aralık 1914’’ün sonuna doğru durum değişmişti…(82) Birinci bölümde belirttiğimiz gibi Batı Cephesi tam bir kördüğüme dönmüştü, Siperlerinde bu kördüğümü kabul etmek istemeyen savaş kurmayları Batı Cephesinde ki bu ölüm kilidini kırmak için pratik taktiklerin yer aldığı yani fikirler öne sürüyorlardı. Örneğin İngilizlerin meşhur 1915 Gelibolu Askeri Harekâtı’nın altında yatan en mühim sebeplerden biri de bu kilidi kırmaktı. Hem Rusya’ya yardım getirmiş olacaklardı hem de Osmanlı’yı yıkıp önlerini açacaklardı.(83) Bu planı aslında birçok askeri kuralı ihlal ederek hazırlıksız geldikleri 18 Mart Deniz Harekâtında devreye sokmuşlardı ancak sonuç hezimet olmuştu… Şimdi, yeni umut Kara Harekâtı idi…


 


 


Çanakkale Kara Harekâtı bir rastlantı olarak Almanların 22 Nisan 1915 de tarihi Ypres kasabasında gaz kullanmasından ve Avrupa Kamuoyunun kimyasal silahların soğuk yüzü ile tam olarak tanışmasından üç gün sonra 25 Nisan 1915 de başlamıştı. Bu beklenen bir gelişme değildi çünkü Batı Cephesinde düşmanlarına ölümlerden ölüm beğendiren Almanların kimyasal gaz teknolojisine hiçbir Avrupa gücü ulaşamıyordu. Olayın şaşkınlığını üzerinden tam atamayan İngiliz İstihbaratı, İttifak Devletlerinin kimyasal gaz sevkıyatı ve hazırlıkları konusunda bilgi toplamaya başlamıştı ki Almanların Türklerin sair cephelerde kullanması için İstanbul’a kimyasal silah sevkıyatında bulunduğu haberi İngiliz Genel Kurmayına ve Kabinesine ivedi bir şekilde gönderilmişti. Olay tam bir bomba etkisi yapmıştı. Osmanlıların Çanakkale de Kimyasal Gaz kullanabilme ihtimalini Gelibolu Harekâtının sonu olarak değerlendiren İngiliz kurmayları oldukça tedirgin olmuştu. (84)


 


 


 


Churchill’in Müthiş Fikri;’’Türklere Karşı Kimyasal Gaz Kullanalım!’’


 


Londra da Amirallik Birinci Lordu olan Winston Churchill, konuyu bambaşka bir boyuta taşıyarak ilk etapta Almanlara karşı kesinlikle bir misillemenin yapılması fikrini öne sürmüştü. O’nu bu denli sivri ve keskin görüşlere iten şey Gelibolu da yaşanacak bir hezimeti siyasi kariyerinin sonu olarak görmesiydi. (85)


 


Batı Cephesi bir kilidi andırıyordu ve bu kilidi açacak anahtar, Gelibolu da kazanılacak bir zaferdi. Churchill bu anahtarı elde edecek tek şey olarak karşı kimyasal gaz saldırısını görüyordu. Bunun için Çanakkale Boğazında ki İtilaf Devletleri Donanması İkinci Komutanı de Robeck’e ve General Ian Hamilton’a Türklerin büyük ihtimalle kullanacaklarını düşündüğü kimyasal gaz konusunda uyanık olmaları hususunda bir telgraf göndermişti. Mayıs 1915’in ortalarında Churchill’in bu mesajını alan General Hamilton gayet tedirgin olmuştu. Savaş yıllarında işaret parmağını uzattığı yüz binlerce İngiliz askerini etkilemesi ile tanınan Kıtchener’dan bol miktarda gaz maskesi ve en az misilleme yapacak kadar kimyasal silah istemişti ancak bu isteğin altına düştüğü not mühimdi;’’Türklere karşı böyle bir silahı kullanmak gibi bir hataya düşmeyeceğim!’’  


 


 


İngiliz Savaş kabinesi bu mesaja hemen yanıt vermişti; 50.000 gaz maskesi gönderilmesi kabul edilmiş fakat kimyasal silahları kullanmalarından dolayı İngiliz basını tarafından yerden yere vurulan Alman yönetimine gösterilen tepkilerden dolayı kimyasal silah gönderme fikrine soğuk bakmışlardı. Eğer Almanlar ya da Osmanlılar Çanakkale de böyle bir silahın ilk kez İngilizler tarafından kullanıldığını ortaya koyacak olurlarsa İngiliz ahlaki değerlerinin de sorgulanacağını düşünmüşlerdi. (86)Churchill net ve ısrarcıydı Çanakkale Savaşlarında İtilaf Devletlerine yeniden ve güçlü bir şekilde hücum imkânı vereceğinin düşündüğü bu silahların kullanılmasını açıkça istiyordu. Kıtchener çekingendi ancak Hamilton bu böyle bir silahın kullanılmasının İngilizlerin İslam Dünyasında ki Prestijini sarsacağından dolayı açıkça istememektedir. (87)


 


Gelibolu’da Kimyasal Gaz Dedikoduları…


 


 


Çanakkale Savaşlarının kimyasal boyu İngiliz Bakanlar kurulunda ilk kez 1915 Haziran ayında tartışılmıştı. Bu toplantıdan Çanakkale de bulunan Akdeniz Sefer Kuvvetleri için bir kimyasal saldırı gücü yaratma projesine onay çıkmamasının en mühim nedeni yukarıda söz etiğimiz görüş ayrılıklarıydı.


 


 


Ancak Kara Çıkarmalarının ilk aylarında olayın boyutu gelen istihbarat bilgileri ile oldukça değişecekti. Özellikle İngilizlerin müttefiki olan Rus ajanlar ve İngiliz istihbaratının yeni oluşturduğu Akdeniz Şubesi ajanları tarafından gönderilen bilgiler oldukça kaygı vericiydi. İstihbarat Şubelerinin çalışma ofislerine düşen son bilgilere göre Alman Kimyasal Silah uzmanları İstanbul’a gelmiş ve kimyasal savaş hazırlıklarına çoktan başlamışlardı. Hatta Türk Savaş Muhabirlerinin yaptıkları haberlere göre bu uzanmalar kanalıyla İstanbul’a getirilen kimyasal silahlar çoktan Gelibolu Yarımadasına ulaşmıştı bile… (88)


 


 


 


Bu haberler ve söylentiler Mayıs-Haziran-Temmuz  1915 de Avrupa ve Osmanlı basınında çeşitli dedikoduların çıkmasına neden olmuştu. İngilizler Almanların Türklere saldırı için gaz verdiğini iddia ediyor, hatta böyle bir saldırı için faal hazırlıklar bile yapıyordu. (89)


 


 


 Osmanlı basını ve Osmanlı Devleti de İngilizlerin Çanakkale de kimyasal gaz olarak algıladıkları muhnik (boğucu) gaz kullandığını iddia ediyordu. Bu sadece basına değil devletin resmi yazışmalarına ve politikalarına da yansıyordu.


 


Mesela; Osmanlı Devleti’nin Atina Büyükelçiliği 21 Haziran 1915 tarihli telgraf ile İtilaf Devletlerinin Çanakkale de boğucu gazlardan (muhnik) oluşan mermiler kullandığı istihbaratını Osmanlı Devleti Dış İşleri Bakanlığına bildirmişti. (90) Osmanlı Basını da sadece Kimyasal Gaz konusunda değil İtilaf Devletlerinin hukuk dışı olarak düşündüğü davranışları konusunda da sıklıkla haber yapıyordu. Örneğin Tanin Gazetesi 13 Ağustos 1915 de İtilaf Devletlerine ait Hava Kuvvetleri tarafından Arıburnu’n da ki Osmanlı Hastanesinin 12 mermi ile bombalanmasını köşesine taşımıştı. (91)


 


4 Temmuz 1915 tarihli olup Karargâh-ı Umumi İstihbarat Şubesi Müdürü Erkan-ı Harb Binbaşısı Seyfi imzası taşıyan belge de İtilaf Devletlerinin Çanakkale de yeşilimsi renk taşıyan fena kokulu boğucu gazlar kullandığı kamuoyuna duyuruluyordu. (92) Osmanlı Devleti bu tipte raporların çoğalması sonucunda bu olayı Uluslararası arenada protesto etmişti…(93)


 


Ancak bu iddialar İngiltere Savaş Bakanlığı tarafından reddediliyordu.(94)Doğrusu da buydu çünkü Haziran-Temmuz 1915 döneminde İngilizlerin elinde Çanakkale de kullanabilecekleri kimyasal silahlar yoktu…


 


Bu raporlar tamamen dönemin Osmanlı Savaş Bakanlığının ve toplumunun kimyasal gaz konusunda yeterli bilgiye ve donanıma sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Çeşitli resmi belge, rapor, incelemeler ve basında yer alan yazılarda niteliği muhnik gaz (boğucu gaz) olarak belirtilen şey aslında bir kimyasal gaz değildi. Bunlar; düşman bombardımanından sonra patlayıcıların içinde bulunan olağan gazlardı. Sarı ve yeşil renkte olan bu gazlar hava değişim ve dolaşımının az olduğu yerlerde havadan ağır oldukları için yere çöküyor ve siperler ile savaşın cereyan ettiği derin yarık ve vadilerde doğaya temas ederek yapışıyordu. Savaşın cereyan ettiği bazı noktalarda bombardıman ve patlamalar o kadar şiddetli idi ki patlayıcılardan çıkıp sarı ve yeşil renkte olan bu gazlar yoğun olmalarından dolayı içeriklerinde ki sarı ve yeşil dumanlarla çöktükleri yerleri boyayabiliyorlardı. Çanakkale de Kimyasal Gaz kullandığını iddia eden bazı tarihçilerin öne sürdükleri örneklerden biri olan Milli Ajans muhabiri Cemil Hakkı Bey’in 22 Ocak 1916 tarihinde “Savaşın Ardından Çanakkale’den Mektup” başlığıyla kaleme aldığı makalede şu ifadelere yer vermiştir: (95)


  


 


“… Bu ateş sahasının ve siperlerimizin çoğunluğunda koyu paslı sarı, yeşilimsi lekelere tesadüf olunuyor… Bunlar düşmanın attığı boğucu gazlı mermilerden meydana gelmiştir. Siper hatlarının gözümle görebildiğim uzun süre de hep ayı lekeler var. Bu boğucu gazlar ihtimal ki havanın cereyanından ziyade lekesinden pek çok insan boğulmamış ise de kustukları ve bayıldıkları olmuştur.


  


 


“… İngilizleri medeni harpten uzaklaştıran bu kimyasal gazı kullanmaları belki yaradılış özelliklerinden belki de acizlik neticesidir. İngiliz siperlerinde bu gaz lekelerine hiç tesadüf edilmemesi de bizim medeni harp yaptığımıza tesadüf eder…”


  


 


İşte Cemil Hakkı Bey’in ifade ettiği bu sarı ve yeşilimsi renkte ki lekeler bir kimyasal gaz belirtisi değil yukarı da söz ettiğim bombardıman yoğunluğundan dar alanlara çöken dumandan kalan izlerdi. Cemil Hakkı Bey’in yazdığı mektupta yer alan ‘’İngiliz siperlerinde bu gaz lekelerine hiç tesadüf edilmemesi de bizim medeni harp yaptığımıza tesadüf eder…”ifadesi ise gerçekleri yansıtmamaktadır. İngiliz siperlerinde bu lekelerin gözükmemesinin sebebi medeni harp yapılmasından değil Osmanlı’nın ateş gücünün İngilizlerin ateş gücüne göre kıyaslanamayacak derece zayıf olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü bu sarı ve yeşilimsi renkte ki lekeler İngilizlerin modern top ve silahları ile patlayıcılardan çıkan dumanlardı…


 


Kimyasal Gaz mı Gülle Şoku Mu?


 


Bunun yanında yine Çanakkale Savaşlarında Kimyasal Gaz kullanıldığını iddia eden tarihçilerin sığındığı örneklerinden biri de İngiliz Gazeteci Ellis Ashmead Bartlett’ in Savaş Notlarında gizlidir; (96)


 


‘’Yirmi dört saat öncesine kadar düşmanın elinde bulunan derenin bu kısmını görmek üzere yukarı doğru yürüdüğüm zaman muharebenin iz olmak üzere bırakmış olduğu insanın içini sızlatan enkazı gördüm; ötede beride yarısı toprak içine sokulmuş cesetler, alelacele kazılmış mezarlar bazıları kırık ve ekserisi sapasağlam yüzlerce tüfek ve süngü, yüz binlerce atımlık kurşun, siper kazmaya mahsus alet ve edevat, ekmek somunları, askeri eşya, asker mektupları imamlardan birinin vaaz kürsüsü, kaput ve çantalar, battaniye ve çuvallar mutfak edevatı, odun yığınları, cesur askerlerimizin süngü hücumuyla Türklerin içine saldırdığı zaman nasıl bırakılmış ise öylece duruyordu.. Muhtelif yerlerde büyük ateşler yakılmıştı. Etrafta bulunan ve alelacele toplanan Türk cesetleri, bu sıcak iklimde bir an evvel kurtulmak en mühim bir mesele teşkil ettiğinden dolayı ” ateşte yakılıyordu” , bunlardan etrafa yayılan çürümüş ceset kokusu hakikaten dayanılmayacak derecede iğrençti. Derenin bu kısmında atla yürümeye müsait olacak surette iyi yollar yapılmamış olduğundan ve bir de yolumuzun önüne çıkan engeller ile karşıdaki siperlerden atılan kurşunlardan dolayı attan aşağı inmek mecburiyeti vardı. ‘’


‘’Herkes yaya yürüyordu, yeni işgal edilmiş siperleri teftişten dönen tümen kumandanı ile beraberindeki kurmay heyetine tesadüf ettim. Bu yolda yine aynı şekilde bir sel gibi gidip gelen teskerecilere de rastladım ki bunlar son yirmi dört saat zarfında hiç durmadan yaralılarımızı taşımakla meşgul idiler. Hücumumuzun son derecede başarılı olduğu ve düşman siperlerinde canlı bir ferdin kalmadığını bunlar övünerek anlatıyorlardı. Teskereciler yeni hazırlamış olduğumuz ufak bir mezarlığa gömmek üzere maktullerimizi de taşıyorlardı. ‘’


‘’Burası da derenin içi gibi enkaz ve pislik ile doludur, her taraftan dayanılmaz derecede iğrenç bir koku yayılıyor ve milyonlarca sinek sürülerle hücum ediyordu. Bir köşede tüfeklerini dizleri üzerine aykırı koymuş ve birlikte oturmuş yedi Türk vardı. Bunlardan biri, arkadaşının boynuna kolunu dolamış ve yüzüne mütebessimine bakıyordu. İşte bu anda ölüm, bu yedi arkadaşı avlamıştı. Bunların tamamı sanki uyuyor gibi görünüyorlardı çünkü bu yedi Türk askerinden ancak birisinde yara izi gördüm.’’


 İngiliz Gazeteci Ellis Ashmead Bartlett’ in şehit olan yedi Türk askerinin ancak birisinde yara izi görmesi hadisesini de kimyasal gaz saldırısı olarak yorumlamak Dünya Savaşı tarihini pek bilmemekten kaynaklanmaktadır.


 


Çünkü Birinci Dünya Savaşında top ateşinin fiziksel hiçbir yaraya yol açmaksızın insan yığınlarını anında öldürdüğü durumlar olmuştur. Yani gözle görülür yaralanma belirtisi taşımayan ölümcül vakalardan söz ediyorum. Bu duruma askeri-tıp literatüründe ‘’gülle şoku’’ismi verilmiştir. Sözüm ona; İngiliz Gazeteci Ellis Ashmead Bartlett’ in ‘’Bir kolunu arkadaşının boynuna dolamış, yüzündeki gülümsemeye bakılırsa, ölüm geldiğinde şakalaşıyorlarmış. Şimdi hepsi uykuda gibi; içlerinden yalnızca birinin gözle görünen yarası var.’’ Diye Gelibolu Savaşından anlattığı yukarı da ki elim olayda bir gülle şoku hadisesidir. Çanakkale de meydana gelen müthiş saldırıları ve bu saldırıların meydana getirebileceği feci gürültüyü rabıta ettiğimizde ‘’gülle şoku’’ifadesi gerçek manasında anlaşılabilecektir. (97)


 


 


Enver Paşa’nın 3000 Levanten’den Canlı Kalkan Projesi…


 


 


Anlayacağınız Gelibolu da kulaktan kulağa dolaşarak çeşitli basın organlarına ve matbuata yansıyan hatta devletin resmi belgelerine bile sıçrayan bu gaz dedikodularının gerçek bir gaz saldırısı ile alakası yoktu…


İşin en ilginç yanı ise Enver’in bu gaz dedikodularını ve İtilaf Devletlerinin çeşitli savaş dışı uygulamalarını bahane ederek yaklaşık iki üç nesildir Osmanlı Devletinde yaşayan 3000 Levanten’den Gelibolu da ‘’ canlı kalkan ‘’ oluşturma teşebbüsüdür…


Enver Paşa, Çanakkale Kara çıkarmalarının başlamasından bir hafta sonra 2 Mayıs 1915 günü, yaverini Fransız ve İngiliz Büyükelçiliklerine önemli bir uyarıyı iletmesi için A.B.D.Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun yanına göndermişti. Enver, göndermiş olduğu mesaj ile Morgenthau’yu İngiliz ve Fransız gemilerinin pervasızca bombardıman yapıp sivil alanları da ateş altına alarak uluslar arası kuralları ihlal ettikleri hususunda uyarıyordu.(98)


 


 


 Bu hususta ileri tarihlerde ilgili büyükelçiler nezdinde uyarılarda bulunmaktan da çekinmeyecekti.(99)Gönderilen bu önemli mesaja göre; İtilaf Devletleri Ordusu, savunmasız Müslüman köylerini mahvetmekte ve savaşçı olmayan yüzlerce masum insanı öldürmekteydi..(100)


1915 de İstanbul da yaşayan bütün İngiliz ve Fransız vatandaşlarını toplayıp Gelibolu Yarımadasında bombalandığını söylediği savunmasız Müslüman köylerine yerleştirmeyi düşünen Enver, böylece onlara da aynı acıyı yaşatacağına inanıyordu. O’nun düşüncesine göre İngiliz ve Fransız elçiliklerine iletilecek bu tehdit kısa süre de bu şekil de ki ‘’acımasızlıklara’’ ve ‘’rezilliklere’’ son verecekti. Morganthau’ya bu mesajı Londra ve Paris’e iletmesi için Enver tarafından birkaç günlük süre tanınmıştı..(101)


Enver ayrıca ileri tarihlerde İngiliz Hükümeti’nin Osmanlı Devleti’nin hastane gemileri ile asker nakli yaptığı hususunda ki şikâyetlerine de şiddetle karşı çıkacaktı İngiliz denizaltılarınca Osmanlı hastane gemilerine yapılan saldırılar da şehit düşen her yaralı Osmanlı askeri için de bir İngiliz esirin öldürüleceği tehdidini savurmayı da ihmal etmeyecekti.(102)


O Sıralar İstanbul da yaklaşık 3000 İngiliz ve Fransız asıllı insan yaşamaktaydı. Bunları çok büyük bir çoğunluğu Levantenler denilen sınıfı mensuptular. Bu insanların neredeyse hepsi Türkiye de doğmuşlardı ve Aileleri iki veya daha fazla kuşaktan beri bu ülke de ikamet etmekte idiler. İngiliz ve Fransız vatandaşı olduklarını bilmeleri nereyse bu ülkelerle aralarında tek bağı oluşturuyordu. O dönemde Türkiye’nin büyük şehirlerinde ırk olarak İngiliz olup dil olarak Fransızcayı konuşan bu insanların varlığı olağan bir şeydi ve bu insanlar ömürleri boyunca ne Paris’e gitmişlerdi ne de Londra’ya… Tek vatanları vardı; o da Türkiye. Levantenlerin dışında önemli misyoner iş adamları ve misyoner okullarında eğitim veren çok sayıda İngiliz veya Fransız öğretmen de İstanbul da yaşamaktaydı. (103)


 


Enver, şimdi bütün bu sakinleri yani İngiltere ve Fransa ile doğrudan ilişki de bulunanları bir araya toplayıp onları müttefik filosuna karşı canlı kalkan olarak kullanmayı düşünüyordu. Özellikle Osmanlı Genel Kurmayına İngilizlerin gözetleme yaptıkları balonlarının yardımıyla Maydos (Eceabat)  Kasabasında Hilal-i Ahmer bayrağı çekilmiş bir hastaneyi bombaladığı hususunda raporlar gelmesinden hemen sonra hiddetlenen Enver,10 Mayıs 1915 de eğer bir daha Osmanlı’ya ait hastane veya hastane gemisi bombalanırsa sivil veya asker İngiliz esirlerini kullanarak şiddetli bir şekilde misilleme yapacağını açıklayacaktı..Burada belirttiği şiddetli karşılık kafasında tasarladığı ‘’canlı kalkan projesi’’idi… (104) Enver,benzer şekilde ki sert bir uyarıyı 31 Mayıs 1915 dede tekrar edecekti.(105)


A.B.D. Elçisi Morgenthau, Enver’den aldığı bu mesaj sonrasında ilk etapta bu tipte uluslar arası sözleşmelere aykırı savaş ihlallerinin olup olmadığını araştırmıştı. Çünkü Eğer, Çanakkale Savaşında İtilaf Devletleri bu tipte ihlaller yapıyorsa bu biraz da olsa Enver’in canlı kalkan projesine haklılık kazandıracaktı. Ancak Morgenthau bir türlü İngiliz ve Fransızların bu tipte katliamlar yaptığına inanmak istemiyordu. Çünkü daha önce Türk subaylarından bu tipte ihlaller yapıldığı yönünde birçok şikâyet almıştı. Örneğin; Türk Genelkurmayı Askeri Sağlık Personeli Komutanı Süleyman Numan Bey’in yardımcısı Dr.Meyer, bizzat Morgentahau’ya İngiliz filosunun bir Türk hastanesini bombaladığını ve yaklaşık bin hastanın öldüğünü bildirmişti. Ancak A.B.D.Elçisi konuyu tahkik edince olayın aslının bu şekilde olmadığını binanın sadece biraz hasar gördüğünü ve yalnızca bir Türk yaralının öldüğünü öğrenmişti. Şimdi Enver’in bu son şikâyetlerinin aynı şekilde ‘’mesnedi ve dayanağı olmayan ‘’ şikâyetler olduğunu düşünüyordu. (106)


 


O bu şekilde düşünedursun Osmanlı Genelkurmayına savaş boyunca gelen raporlarda İtilaf Devletlerinin bu tipte ki saldırılarından sıklıkla söz ediliyordu. Daha Kara çıkarmaları başlamadan 5 gün önce 20 Nisan 1915 de askeri amaçla kullanılmayan ve Bolayır da bulunan Şehzade Süleyman Paşa Türbesinin, İngilizlerin Agememnon Zırhlısı tarafından bombalanması şiddetle protesto edilmişti. (107) Mayıs ve Haziran aylarında müttefik uçakları, üzerinde Hilal-i Ahmer işaretleri bulunan Akbaş Tekkesi Hastane ve çadırlarını bombalamış ve müttefik denizaltıları da Marmara Havzasında bulunan yolcu gemilerine saldırmıştı.(108) Yine müttefik denizaltıları Mudanya ve Tekfurdağı’nda ki yolcu gemilerini hedef almaktan çekinmemişti. (109)


Ağustos ayında da Mudanya ve Emirali Adasına yolcu taşıyan kayığın müttefiklerce kurşunlanması ve Arıburnun da bir Türk hastanesinin bombalanması şiddetle protesto edilmişti(110)


 


 


Morgenthau, İngiliz ve Fransızların böyle insanlık dışı saldırılar yapmayacağına inandığını hatıralarında belirtse de (111) Enver Paşa’nın 3000 Levanten’den Canlı Kalkan Projesini yaveri vasıtasıyla ona ilettiği gün olan 2 Mayıs 1915 de Osmanlı Devleti, İtilaf Devletlerinin saldırıları sonucu evleri ve eşyaları zarar gören Çanakkale ahalisinin zorunlu ihtiyaçlarını karşılama yönünde karar almıştı..(112) Hatta 16 Mayıs 1915 de İtilaf Devletlerinin bombardımanı sonrasında şehrin üç farklı noktasında çıkan yangınları söndürme konusunda göstermiş oldukları üstün gayretten dolayı Çanakkale Mutasarrıfı Murad Fuad Bey ile Polis Merkezi Memuru Naci Bey’in taltif edilmelerine karar verilmişti. (113)


 


 


Enver’in Levanten Projesinden dolayı dehşete kapılan Morgenthau,bu durumu tartışmak için İstanbul da ki Fransız vatandaşlarının en önde geleni olarak tanınan Ernest Weyl  ve Büyükelçilik Müsteşarı Hoffman Philip’in yanına gitmişti.Büyükelçi Morgenthau bir süre bu konuyu dostları ile biraz müzakere ettik sonra Babıali’ye giderek Enver’i protesto etmeye karar vermişti,Babıali’ye vardığında Enver,Bakanlar kurulu ile toplantı halindeydi ve  az sonra dışarı çıkmıştı.(114)


 


Ancak Morgenthau bu defa karşısında senli-benli samimi olabildiği sakin Enver’i değil de Müttefiklerin saldırılarından dolayı iyice bunalmış olan bir Enver’i görmüştü…


 


 


İngiltere’nin saldırılarını anlattığı bir vakitte iyice hiddetlenen Enver, öfkeli bir şekilde bağırmaya başlamıştı; (115)


 


 


 


              Bu korkak İngilizler… Onlar Çanakkale Boğazını geçmek için uzun bir süre çaba sarf ettiler ve biz onlara biraz fazla geldik. Onların ne tür bir intikam almakta olduğunu gör! Bizim toplarımızın onları vuramayacağı uzaklıkta ki bir koyun içine sıvışıyor ve tepelerin üstünden küçük köylerimize ateş ederek zararsız yaşlı adamları, kadınları ve çocukları öldürüyor, hastanelerimizi bombalıyorlar. Onların bunu yapmasına müsaade edeceğimizi zannediyorsun? Söyler misiniz Sayın Büyükelçi; Ne yapabiliriz? Silahlarımız o tepelerin üzerinden onlara ulaşamıyor, bu yüzden onlarla bir savaş içinde hesaplaşmamız mümkün değil eğer bunu yapabilseydik, emin olun onları sürüp boğazın dışına atardık, tıpkı bir ay önce yaptığımız gibi… Bakın Sayın Morgenthau, Osmanlı Devleti’nin bizimkileri bombaladığı gibi tutup İngiltere’nin tahkim edilmemiş kasabalarını bombalamak için İngiltere’ye göndereceği bir filosu yok! Bundan dolayı bulabildiğimiz bütün İngiliz ve Fransızları Gelibolu’ya sürmeye karar verdik ki bizim insanlarımızı öldürdükleri gibi kendi insanlarını öldürsünler…


 


 


 


 


 


Morgenthau, Enver’i sakin bir şekilde dinledikten sonra; (116)


 


 


                Doğrudur, şartlar sizin ifade ettiğiniz biçimde, bunun için kızmak konusunda haklısınız. Ancak bazı konularda hatalısınız. Siz Müttefikleri işlemedikleri suçlardan dolayı suçluyorsunuz. Gelelim şu şimdiye kadar tasarladığınız en barbarca şey olan İngiliz ve Fransız vatandaşlarının canlı kalkan olarak Gelibolu’ya sürülmesi projesine, bence Müttefik ordularının, Gelibolu gibi sivillerin yaşadığını iddia ettiğiniz ama aslında askeri bir karargâh gibi kullandığınız bir şehri bombalamaya tamamen hakları var!


Ancak Morgenthau’nun söyledikleri Enver’i etkilememişti. Büyükelçi, bu durumun tamamen Enver ve çalışma arkadaşlarının yapılan çıkarmalarından kaynaklanan bir kızgınlığı olarak değerlendiriyordu. Bu konuşmanın sonucunda Morgenthau sadece bir tane ama çok mühim bir taviz koparabilmişti. Enver -Morganthau görüşmesi 2 Mayıs 1915 de Pazar günü yapılmıştı ve Enver İngiliz ve Fransız vatandaşlarının Gelibolu’ya sürgün edilme işini 6 Mayıs 1915 Perşembe gününe kadar ertelemeyi, kadın ve çocukları bu emrin dışında tutmayı, Amerikan kurumlarıyla o esnada ilişkisi bulunan hiçbir İngiliz ve Fransız vatandaşını Gelibolu’ya göndermemeyi kabul etmişti. Ardından da sert bir şekilde eklemeyi unutmamıştı; (117)


 


              Bunların dışında herkes gidecek Sayın Büyükelçi! Dahası, Çanakkale Boğazına göndereceğimiz deniz vasıtalarını Marmara da ki düşman denizaltılarına torpilletmek niyetinde değiliz. İleri de oraya göndereceğimiz her gemiye kendi askerimiz için bir koruma önlemi olarak birkaç İngiliz ve Fransız vatandaşı koyacağız!


Morgenthau, A.B.D. Büyükelçilik binası döndüğü zaman, planlanan bu sürgün olayının kamuoyunca da duyulduğunu öğrenmişti. Bu olayın duyulması İstanbul da ki İngiliz ve Fransız vatandaşları arasında büyük bir üzüntüye sebep olmuştu. Adeta bir cinnet geçiren insan seli A.B.D. Büyükelçiliğine akın etmişti, hemen hemen herkes Büyükelçi’den Gelibolu’ya sürgün gitmeme konusunda bir ayrıcalık bekliyordu. Kimisi oğlunu kurtarma derdindeydi, kimisi babasını veya eşini… Morgentahau bu manzarayı gördüğü anda ilk etapta bir protesto eylemi olarak istifa etmeyi düşünmüştü, aklından çok uç düşünceler geçmekteydi bir ara A.B.D. olarak Türkleri savaş ilanı ile tehdit etmeyi bile düşünmüştü. Ertesi gün (3 Mayıs 1915 Pazartesi günü ) Osmanlı Devleti İstanbul Emniyet Müdürü Bedri bazı Levantenleri tutuklamaya bile başlamıştı. Morgenthau mutlaka bir şeyler yapmalıydı. Sabah saatlerinde büyükelçiliğe gelen bir Alman’ın söyledikleri yeni bir fikir ve çıkış yolu olarak görülebilirdi. (118)


 


Alman ziyaretçiye göre eğer Enver bu planı uygularsa Almanların itibarı bundan büyük bir zarar görebilirdi. Dünya kamuoyu bu planın, Almanların fikri olmadığı hususunda belki ikna edilebilirdi. Yine bu Alman ziyaretçiye göre A.B.D. Büyükelçisi Morgenthau mutlaka Alman Elçisi Wangenheim ve Avusturya Elçisi Pallavicini’nin yardımlarını istemeliydi.(119)


Morgenthau da öyle yapmıştı ama hiçbir netice elde edemedi.(120) Ama bu konuda gönüllü olarak Morgentahu’ya gönüllü olarak yardım edecek kor diplomatlığın bir üyesi vardı. Bu kişi; Bulgaristan Elçisi Koloucheff’di… O,Morgenthau gibi Levantenlerin canlı kalkan olarak kullanılması durumunu Sadrazam’a protesto çekerek durdurabileceğini düşünmüyordu. Osmanlı da ki otoritenin kaynağını çok iyi biliyordu; Enver… Tam bu dönem de Koloucheff çok mühim bir kişilikti, çünkü Bulgaristan o sırada tarafsızdı ve her iki blokta onları yanına çekmek için çeşitli çabalar sarf ediyordu. Bu arada Emniyet Müdürü Bedri bazı Levantenleri tutuklamaya bile başlamıştı. Sürgün 6 Mayıs 1915 Perşembe günü gerçekleşecek şekilde tasarlanmıştı. Tasarlanan sürgüne bir gün kala Çarşamba günü heyecan kontrol edilmez bir aşamaya gelmişti. A.B.D.Elçiliğinin içi Morgenthau’dan yardım dilenen insanlar ile dolmuştu. Gördüğü manzara karşısında çok etkilenen büyükelçi direk telefona sarılarak Enver’i aramıştı ve bir görüşme talep etti. Enver, büyükelçiyi ancak Perşembe günü kabul edeceğini söylediğinde Perşembe günü sürgünün gerçekleşeceğini düşünen büyükelçi ‘’hayır’’diye cevap vermişti; (121)


 


 


—Sizi bugün öğleden sonra görmek görmem gerekiyor.


 


 


Enver, çeşitli bahaneler öne sürerek bu görüşmeyi gerçekleştirmek istemiyordu, o gün için bütün randevularının dolu olduğunu ifade etmişti. Ayrıca;


 


 


—Beni eğer Levantenler konusunda görmek istiyorsanız kendinizi boşuna yormayın, Onların hepsinin bu geceye kadar toplanması ve yarın sabaha kadar gemilere bindirilmesi için emniyet müdürlüğüne gerekli emirler verildi…


 


 


 


Morgenthau, ısrarcıydı o gün öğlen sonra mutlaka görüşmeleri gerektiğini söylemişti. Ancak Enver bu randevudan kurtulmak için çaba sarf ediyordu;


 


 


—Zamanım tamamen dolu, Bakanlar Kurulu saat dörtte toplanmaya başlıyor ve bu çok önemli bir toplantı Bu toplantıya mutlaka katılmak zorundayım.


 


 


Morgenthau Büyükelçiliği yardım dilenmeye akan kalabalığın verdiği bir cesaretle o güne kadar görülmemiş bir davranışta bulunarak;


 


—Benden bir görüşme esirgenemez! Saat dörtte bakanlar kurulu salonuna geleceğim. Eğer o zamanda beni konuk etmeyi reddederseniz, kurul salonuna girmek ve konuyu bütün bir bakanlar kurulu ile tartışmak için ısrarcı olacağım. Türkiye Bakanlar Kurulu’nun A.B.D.Büyükelçisini kabul etmeyi reddedip etmeyeceğini öğrenmenin merakı içindeyim!


 


 


Enver oldukça şaşırmıştı… Hiç böyle bir davranış bekliyordu, kısık bir ses tonu ile


 


 


—Şayet 15.30 da Babıâli de benimle buluşacak olursanız, sizi görmek için bir ayarlama yapacağım… (122)


 


 


 


Morgenthau, öğleden sonra Babıâli’ye vardığında Bulgar Elçisi Koloucheff’in Enver’le uzatılmış bir görüşme yaptığını öğrenmişti. Bu iki adamın içeri de ne tartıştıkları bildiği için beklemeye başlamıştı. Kısa bir beklemeden sonra Bulgar Elçisi dışarı çıkmıştı, yüzü gergin ve tedirgindi;


 


 


—Durum tamamen ümitsiz, Hiçbir şey Enver’i etkileyemez, Bu sürgün’ün gerçekleştirilmesi konusunda kesin kararlı. Sana şans dileyeceğim Sayın Morgenthau çünkü hiç şansınız yok! (123)


 


 


Ancak Enver kadar Büyükelçi Morgenthau da kararlıydı. Beklemeden içeri daldı. Enver’le yaklaşık bir saat boyunca yabancıların akıbetini tartışmıştı. Ancak Enver o gün en kibar fakat en tavizsiz bir ruh hali sergiliyordu. Zaten Büyükelçi söze başlar başlamaz Enver hemen önüne geçerek, konuşmanın yararsız olduğunu ve bu konunun kapandığını belirtmişti. Bunun üzerine Morgenthau, Türkiye’nin bu savaş anında düşmanlarına karşı muamelesinin dış dünya tarafından dikkatle izlendiğini ifade etmişti;


—Osmanlı’nın savaş esnasında yabancılara davranma konusunda ki sicili bugün savaşın içinde olan diğer devletlere göre çok daha iyi. Onları toplama kamplarına yerleştirmeyin burada kalmalarına müsaade edin, Almanların başka türlü davranmanız konusunda ki baskılarına rağmen daha önce buna direndiniz, bence şimdi de bunu yapın. Şimdiye kadar koruduğunuz temiz savaş sicilinizi neden böyle bir proje ile mahvediyorsunuz ki?


Ancak Enver, müttefik filolarının sivillere yaptığı katliamları öne sürerek Osmanlı Genel Kurmayına gelen feci raporlar söz etmişti, Morgenthau asla İngiliz ve Fransızların bu tipte saldırılar yaptığına inanmıyordu ama bu konuşma da Enver’i müttefiklerin bu tipte saldırılar yapmadığına ve yaptıkları saldırıların da hukuk dışı olmadığına inandıracağına inanmıyordu. Ayrıca Enver, müttefikleri bu konuda defalarca uyardıklarını ama müttefiklerin bu gibi saldırılara devam ettiğini söylemişti. Morgenthau, Enver’i kararından caydırmak için karalıydı. Konuya tekrar bir giriş yapmak bir hamle daha yaptı;


—Ben size daha önce hiç diplomatik olarak sizin başınıza ağrıtacak bir tavsiyede bulundum mu? Yanlış hatırlamıyorsam benim tekliflerimi dikkate almanızdan dolayı hiçbir şekilde hata yapmadınız!


 


—Hayır, bu tavsiyelerinizden dolayı üzücü hiçbir durumla karşılaşmadık…


 


—Çok iyi, o zaman bu tavsiyeme de kulak verin, bu durumda da kısa süre de hata yaptığınız anlayacaksınız. Benim samimi görüşüme göre Bakanlar Kurulu eğer sürgün kararını onaylarsa çok büyük bir hataya imza atmış olacaktır.


 


 


Enver artık son noktayı koymak istiyordu;


 


—Fakat bu sürgün için emirleri çoktan vermiş bulunuyorum ve onları kesinlikle iptal edemem! Şayet bu emirleri iptal edecek olursam ordu üzerinde ki bütün etkinliğim ve itibarım sarsılır. Benim eşim hizmetçilerini ve hizmetçilerini askeri hizmetten muaf tutmamı istedi benden ve ben bunu reddettim. Sadrazam, kendi sekreteri için muafiyet istedi ve ben Onu da çevirdim. Çünkü onların askeri hizmette kullanılması için gereken emirleri önceden vermiştim. Emirleri asla geri almam! Bu olayda da bildiğimden şaşmayacağım ve emirleri geri almayacağım. Ancak hem bu emirleri uygulayabileceğim hem de koruduğun kişilerin kurtulabileceği bir çözüm önerebilirsen dinlemekten memnuniyet duyacağım… (124)


 


 


 


Morgenthau hemen açık bırakılan bu kapıdan girerek Enver’in fikrini değiştirmeye çalışmıştı;


 


 


—Pekâlâ, sanırım böyle bir fikir söyleyebilirim… Fransız ve İngiliz sakinleri sürgüne göndermeden de emirleriniz uygulayabilirsiniz. Şayet sadece birkaç kişi gönderirsiniz,yine de amacınıza ulaşmış olursunuz ve bu birkaç kişi müttefik filosu üzerinde hepsini göndermek kadar güçlü ve caydırıcı bir etki yapar.


Bu teklif üzerine ikilemde bulunduğu gibi bir görüntü çizen Enver, hemen atıldı;


—Kaç tane göndermeme müsaade edeceksin?


Bu soru üzerine Büyükelçi Morgenthau hedefine ulaştığını anlamıştı hemen ekledi;


—Yirmi Fransız ve yirmi İngiliz göndermenizi teklif edecektim…


Enver;


—Elli kişi alayım…


—Pekâlâ, on kişi için tartışmayacağım… Yalnız bir ayrıcalık daha vermelisiniz, gitmek zorunda olan 50 kişiyi ben seçmeliyim.


— Hayır, Sayın Büyükelçi, bugün öğleden sonra benim bir hata yapmamı siz engellediniz, şimdi de sizin bir hata yapmanızı ben engelleyeceğim, şayet gitmek zorunda olan elli kişiyi siz seçerseniz, kolayca elli düşman kazanmış olacaksınız. Bunu yapmanıza müsaade etmenin sizi ağır bir yük altına sokmak olduğunu düşünüyorum. Sizin gerçek bir dostunuz olduğumu size ispat edeceğim. Başka bir teklifte bulunmaz mısınız? (125)


—Niye en genç olanları sürgüne götürmüyorsunuz? Aşırı yorgunluğa en çok onlar dayanır.


—Bu makul ve adilane…


 


 


O sırada Babıâli de bulunan Emniyet Müdürü Bedri’ye seslenen Enver, sürgüne gönderilecek Levantenlerin seçilmesini söylemişti. Bu Morgenthau da biraz tedirginliğe yol açmıştı. Çünkü Enver’in fikrinin 3000 Levanten’in gönderilmesi fikrini birden 50 Levanten şeklinde bir değişikliğe uğratmasının Emniyet Müdürü Bedri’nin canını sıkacağına düşünüyordu. Nitekim öyle de olmuştu içeri girdiğinde Enver’in projesi hakkında ki değişikliği öğrenen Bedri, bir sağa bir sola dönerek; (126)


—Hayır, hayır, bu asla olmaz! En genç olanları değil eşraftan olanları istiyorum!’’ dedi…Ancak Enver, antlaşmaya sadık kalmıştı. Bedri’ye sadece gençlerin götürüleceğini uygun bir şekilde anlatmıştı…


 


 


Büyükelçi Morgenthau, kesinlikle Bedri’nin gönlünün alınması gerektiğini düşünüyordu çünkü Bedri’nin bu kızgınlığı ile sürgüne gönderileceklere kötü davranmasından çekiniyordu. O’nu kibarca A.B.D.Büyükelçiliğine hem çay içmeye hem de sürgünün ayrıntılarına konuşmaya davet etmişti. Bu işe yaramıştı çünkü Morgenthau o zaman Bedri’nin hiç olmadığı kadar uysallaştığını görmüştü. Büyükelçiliğe gelindiği zaman O’nu hemen iç odalardan birine görünmemesi için adeta saklayan Morgenthau yine yüzlerce insanı yardım dilemek için kendisini Büyükelçilik binasının içinde bekler halde bulmuştu. Morgenthau, onlara hepsinin veya 3000 kişinin gideceğini değil de sadece 50 kişinin gönderileceğini söylediğini an kendini sevinç gösterilerinin ortasında ve omuzların üzerinde bulmuştu. (127)


 


 


 


Sonra Bedri’nin yanına geçen Morgenthau, onunla sıkı bir pazarlığa oturmuştu. Bedri’nin derdi başkaydı;


 


—Sürgüne gönderilmesine müsaade edilen kişilerin arasına birkaç önemli kişi alabilir miyim?


 


—Sana sadece bir kişi vereceğim…


 


 


—Üç kişi alamaz mıyım?


 


 


—Zaten hepsini elli yaşın altında olanlardan alacaksın!


 


 


Ancak bu durum Bedri’nin hiç hoşuna gitmemişti, O,hem elli yaşın altında olup hem de saygınlığı olan pek az insanın bulunduğunu çok iyi biliyordu. O’nun gözleri daha ziyade; o gün Levanten toplumu için önemli isimlerden olan; Bay Weyl, Bay Rey veya Dr.Frew gibi isimlerin sürgüne gönderilmesini istiyordu. Ancak Morgenthau’nun zihninde teslim etmek istediği çok farklı bir isim vardı. Bir Anglikan Rahibi olan Dr.Wigram…


Dr.Wigram, bu topraklarda yaşayan yabancıların içinde ki en seçkin kişilerden biriydi ve tutsaklarla birlikte gitmeyi onları ancak din duygusunun teselli edeceğini bildiği için kendisi gönüllü olarak istemekteydi… Morgenthau, Bedri’ye dönerek;


 


-Dr.Wigram alabileceğiniz tek önemli kişi…’’ demişti… (128)


 


Ertesi gün olduğunda takvimler; 6 Mayıs 1915 Perşembe gününü göstermekteydi. Emniyet Müdürü Bedri Bey o kadar konuşmaya ve sürgüne gideceklere akşamdan haber verilerek ertesi sabah saat 06.00 da Gelibolu’ya hareket edecekleri söylenmesine rağmen emniyet görevlileri ile gece yarısı evleri basarak, sürgüne gidecekleri yollara dökmüştü. Bedri sürgüne gidecekleri topladığı limanda onlara Gelibolu üzerinde dolaşan İngiliz uçaklarının Gelibolu’ya bomba yağdırdığını ballandırarak  anlatmaktan çekinmiyordu, belki de bir nebze intikam aldığını düşünüyordu ama orada bulunan insanlardan 25 Kişilik İngiliz kökenliler grubundan sadece ikisi İngiltere de doğmuştu, yine 25 kişilik Fransız kökenliler grubundan sadece ikisi Fransa da doğmuştu. (129)


Bu insanların o ülkeler ile tek bağı vatandaşlık bağından başka bir şey değildi..Her biri birkaç kuşaktır Türkiye de yaşıyorlardı..Ancak çok talihsizdiler çünkü o dönemde Osmanlı otoritesinin başında  bu ince farkı anlayabilecek liderler yoktu…İttihat ve Terakki zihniyeti Alman uzaktan kumandası altında çok rahat bir şekilde İngiltere ve Fransa’dan intikam almanın yolunu kendi ülkelerinde yaşayan insanlardan çıkarmakta bulabiliyordu…


 


 


 


Canlı kalkan olarak düşünülen rehineler, Çanakkale Kara çıkarmaları başladıktan yaklaşık iki hafta sonra Gelibolu’ya doğru yola çıkmışlardı. Bu huzursuz ve tedirgin edici bir zamanlama idi…


 Morgenthau’ya göre Gelibolu da, bizzat kendi götürdüklerinin dışında yatak ve yiyeceği bulunmayan iki ahşap eve yerleştirilen (130) rehinelerin tek sıkıntısı yemek, su veya haşarat olmamıştır. Onlar Gelibolu’ya götürüldükten dört gün sonra 10 Mayıs 1915 de İngilizler balonlar yardımıyla, Maydos (131) Kasabasında bulunan ve Hilal-i Ahmer bayrağı çekilmiş bir hastaneyi bombalamışlar ve bazı yaralı Osmanlı askerlerinin ölümüne sebep olmuşlardı. Bu elim olay Enver’e rapor edildiğinde, O’nun aklına gelen ilk şeylerden biri bu rehineler vasıtası ile intikam almak olmuştu;


 


 


—Osmanlı Hastane Gemilerinin veya Hilal-i Ahmer Bayrağı çekilmiş Hastanelerinin tekrar bombalanması durumunda Osmanlı Devleti elinde bulunan sivil veya asker İngiliz esirleri kullanarak feci şekilde karşılık verecektir!’’ (132)


 


 


 


Morgenthau, durumun vahametini iyice anlayınca bu rehineler konusunda tekrar Enver’in kapısını çalmaya devam etmiştir bir defasında 9 Mayıs 1915 deki görüşmelerinde Enver’e Britanya Dış İşleri Bakanı Edward Grey’in bir telgrafını getirmişti; Grey, İngiliz tutsaklara bir zarar görmesi durumunda sorumluluğun Enver ve Bakanlar Kurulunda ki arkadaşları olduğuna dikkat çekiyordu… (133)


 


Morgenthau,Grey’den gelen telgrafı bitirdiğinde Enver’in yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu; kontrolünü kaybeden Enver, canlı kalkan olarak düşünülen sivilleri kastederek bağırmaya başlamıştı;


—Onlar, İstanbul’a dönmeyecekler! Onları çürüyünceye kadar Gelibolu da tutacağım! Bana el sürmek isteyen o İngilizleri görmek isterdim…


Morganthau, Enver’i sakinleştirmek için baya bir çaba sarf etmişti, sakinleşmesine rağmen ara ara coşan Enver Morgenthau’ya dönerek;


—Fakat bir daha beni tehdit etmeye kalkışma ‘’diyordu…


Sürgün edilen topluluk tüm bu tartışma ve pazarlıklar sonucunda bir hafta sonra 13 Mayıs 1915 Perşembe günü hiç birinin burnu kanamadan İstanbul’a dönmüşlerdi. Morgenthau bu durumu Türklerin Gelibolu da ki askeri merkezlerini boşaltıp İngilizlerin Gelibolu’ya bombardımanı tamamen kesmeleri olarak açıklıyordu (134) ama Osmanlı Devleti ileri tarihleri 18 Ağustos 1915 günü Gelibolu’nun her türlü bombardımandan uzak tutulması için bilmem kaçıncı defa başvuruda bulunacak ve durumun uluslar arası camiada protesto edilmesini isteyecekti… (135)


 


 


 


Çanakkale de Türklerin elinde 40.000 Adet Gaz Maskesi Vardı!


 


Enver Paşa’nın Gaz kullanıldığı ve savaş ihlali yapıldığı gerekçesi ile böyle bir projeye başvurması İngilizlere göre çok acıklı ve komik bir durumdu. Çünkü bizim kimyasal gaz kullandıklarından dolayı şikâyetçi olduğumuz İngilizler yukarı da belirttiğimiz gibi Birinci Dünya Savaşı sürecinde asla Almanların kimyasal gaz ve silah üretimini geçememişlerdir. Sırf bundan dolayı Çanakkale Cephesinde İngilizlerin en önemli korkularından biri Türklerin Almanların gazına gelerek gaz kullanma ihtimali olmuştur.(136)


 


Bu İngilizlerin bir ara Çanakkale Savaşlarında Osmanlı’nın müttefiki olan Almanlar tarafından Çanakkale’de gaz kullanılacağına dair İntellinge Service kaynaklı bir istihbarat almalarından kaynaklanıyordu. (137) Aslına bakarsanız ne İngilizler Osmanlılardan ne de Osmanlılar İngilizlerden emindirler bu tamamen iki tarafında istihbarat eksikliklerinden kaynaklanan bir durumdu. Savaşın başlangıcında iki tarafta da da Çanakkale de kullanabilecekleri kimyasal silahlar yoktu. Çünkü Yukarıda ayrıntılarını tafsilatlı biçimde gördüğümüz gibi Çanakkale Savaşlarının Kara Harekâtı boyutu başladığında kimyasal silahlar Batı Cephesinde daha yeni deneniyordu.


 


Ancak senaryoların, savaş dedikodularının ardı arkası kesilmiyordu, her iki tarafın kimyasal gaz kullanma ihtimali hatta kullandığını anlatan olaylar Osmanlı ve Avrupa Basınının çeşitli yayınlarında yer allıyordu. Özellikle İstanbul da yayın yapan ve Enver Paşa’nın resmi gazetesi gibi hareket eden Tanin Gazetesi sürekli yayınlarında İtilaf Devletlerinin hukuk dışı davranışlarından söz ediyordu. (138)


 


Bazı Osmanlı gazetelerinde de Avrupa Medeniyetinin insani yönü sorgulanmaya başlamıştı. Bununla birlikte Hilal-i Ahmer Cemiyeti zehirli gazların cephede kullanılma olasılığını daha önceden düşünmüştü. Cephede zehirli gazların kullanıldığı haberleri üzerine cemiyet hanımları önceden Avrupa gazetelerinden yaptıkları araştırmalar ile askerin bu tip gazlardan korunması için ağızlık ve burunluk (ilkel gaz maskesi) imal etmeye başlamıştı. Cemiyet bütün masraflarını kendisi karşılamak üzere bu gaz maskelerinden tam 40.000 adet üretmişti. Bu gaz maskeleri önce Deniz Kuvvetlerinde sonra da Kara Kuvvetlerinde görev yapan Osmanlı askerlerine dağıtılmıştır. (139)


 


 


İngilizler Çanakkale’ye 3600 adet Kimyasal Silah Göndermişlerdi, Ama Hiç Biri Kullanılmadı!


 


İngilizlerin Haziran 1915 de almış olduğu kararlar çerçevesinde İngiliz birliklerine ilk partide gönderilen 50.000 gaz maskesi ön hatlarda çarpışan İtilaf Devletleri Ordusu askerlerine dağıtılmıştı. Bu arada Osmanlı kamuoyunda İngilizlerin Çanakkale de kimyasal gaz kullanma hazırlığında oldukları haberlerinin yayılması İngiliz kurmaylar tarafından Osmanlıların yapacakları bir kimyasal gaz saldırısına kılıf bulma hazırlığı olarak yorumlanmıştı… Bu yüzden Çanakkale Cephesine çok acil bir şekilde 300.000 adet gaz maskesi daha gönderilmişti… (140)


 


Temmuz 1915’in son haftasında İngilizlerin Çanakkale Komitesi Yarımada da İtilaf Devletleri Ordusunun durumunu iyileştirecek yeni bir saldırı planını tartışırken Kraliyet laboratuarında Fransa için üretilen 1600 gaz tüpünün bir hafta içinde yerine ulaştırılabileceği söylenmişti. Başından beri Türklerin olası gaz saldırısını beklemeden bir kimyasal gaz saldırısı yaparak, önlerinin açılmasını savunan Churchill devreye girerek bu tüplerin Fransa yerine Gelibolu’ya gönderilmesini önermişti. İkna kabiliyetini kullanarak Dışişleri Bakanı Edward Grey ve James Bolfour’a rağmen bu fikrini kabul ettirmişti. Ancak çeşitli protestolar sonucunda bu 1600 gaz tüpünün sadece 600 tanesinin Gelibolu’ya gönderilmesine karar verilmişti. Bu tüplerin hangi şartlarda kullanılıp kullanılmayacağı hususu ise Hamilton’ın vicdanına bırakılmıştı ancak General bu tüpleri Gelibolu’ya getirmemiş ve Midilli Adasından boşalttırmıştı. O hala bir kimyasal savaşa karşı idi… (141)


 


 


Ancak General görevi bıraktığında giden geleni aratmıştı. Hamilton’un yerine görev alan Williams Birdwood ve Charles Monro, Hamilton’un aksine genel ahlaki değerlere daha az önem veriyorlardı. Her ikisi de Aralık 1915 de gerektiğinde kimyasal gaz kullanabilecek birkaç yüz kişilik bir Kimyasal Silahlar Birliği kurma fikrine onay vermişlerdi. Gelibolu da İtilaf Devletleri adına son aya girilirken İngiliz kurmayların görüşleri keskin şekilde değişmeye başlamıştı. Hatta General Birdwood parlak (!) bir fikir öne sürmüştü;‘’Yarımadadan çekilmemiz durumunda eğer rüzgâr da uygun olursa savunma amaçlı gaz kullanımı, örneğin Seddülbahir’den en son çekilen birliklerin korunması için çok büyük bir taktik avantaj sağlayabilir’’(142)


 


Türkler Çanakkale de Ağustos 1915 de üst üste zaferler elde etmişti, bu durum gazın saldırı amaçlı kullanılması Londra da Ekim 1915 de yeniden tartışılmasını sağlamıştı. Churchill politik kariyerine gölge düşüren Gelibolu Harekâtında ki kötü durumun düzeltilmesi için ne gerekiyorsa yapılması konusunda ısrarcıydı. Churchill iyice köşeye sıkışmıştı duygusal dayanaklar kullanarak kabineyi Osmanlılara karşı Çanakkale de kimyasal gaz kullanımı konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Bir defasında şöyle demişti; (143)


 


‘’…Eminim ki Türklere karşı gaz kullanımına karşı var olan yersiz önyargılar artık sona erecektir. Türklerin Ermeni soykırımı ve binlerce askerimizin kayıp olmasına rağmen; gerçek anlamda hiçbir askerin Gelibolu Yarımadasında esir düşmemiş olması gerçeği bu konuda ki yanlış duyguları ortadan kaldırmalıdır. Zira bu sadece kendi askerlerimizin hayatına mal olmaktadır.’’


 


Bu çok ilginçti… Çünkü Gelibolu da görev yapan birçok İtilaf Devletleri askerinin ortak yargısı Türklerin mert, cesur ve âlicenap savaşçılar olduğu yönündeydi. (144)


 


 


İngilizleri Kimyasal Gaz kullanmaya Churchill’in bu sözlerimi ikna etti?


 


Bunu net olarak bilmiyoruz ama Ekim 1915’in sonu ve Kasım 1915’in başında çıkarmanın durumu hakkında duyulan kaygılardan dolayı Londra 85 ton clorine gazı ile doldurulmuş 3000 gaz tüpünü Batı cephesinden gelen bir grup kimyasal gaz uzmanı ile Çanakkale’ye göndermeye karar vermişlerdi.


 


 


Kimyasal silahlarla dolu gemi Kasım 1915’in son günleri içinde İngiltere’den yola çıkmıştı…


 


 


Yaklaşık bir ay sonra 26 Aralık 1915 de Midilli Adasına demir atmıştı.Daha önceden gönderilen kimyasal gaz tüpleri ile birlikte toplam gönderilen gaz tüplerinin sayısı 3600’ü bulmuştu.Ancak son gelen 3000 tüp hiç boşaltılmamıştı,gemi Midilli’ye vardığında Çanakkale Cephesinde Anzak Koyu ve Saros Körfezi boşalmış Seddülbahir bölgesi içinse .Buna binaen Ağustos ayında gönderilen 600 tüpte gemiye konularak Ocak 1916 da Mısır’a doğru yola çıkmıştı.. (145)


 


 


 


2.BÖLÜME AİT DİPNOTLAR


 


    77-BOA, DH. KMS, 27/2Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi, c:V,s;384–385,TTK Yayınları, General C.F.Aspinall-Oglander, Gelibolu Askeri Harekâtı, c:1,s;32,Arma Yayınları,2005,İstanbul. Mustafa Armağan, Küller Altında Yakın Tarih, Eylül 2007,Timaş Yayınları, İstanbul, s;228


 


78- BOA, DH. EUM. KLU, 2/38,David Fromkin, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı?(1914–1922) Çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları,1994 İstanbul, s;43 vd , Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, II, ksm. 4, s. 648–649,Ankara TTK Yay.1952.


 


 


79-Mustafa Çolak, Enver Paşa-Osmanlı-Alman İttifakı, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2008,s;18–19,Mustafa Armağan, a.g.e.s;228-229,Oglander a.g.e.s;66


 


80-Alan Moorrehead, Gelibolu, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık A.Ş.Mayıs–2003,İstanbul, s;15


 


81- Alan Moorrehead, a.g.e. s;23,16


 


82-General C.F.Aspinall –Oglander, Gelibolu Askeri Harekâtı, c;1,Arma Yayınları,2005,İstanbul, s;66–67


 


83- Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi, c;V, TTK Yayınları, s;430–432, Walter S.Zapotoczny,a.g.m


 


84-Yigal Sheffy,a.g.m.s;235,236


 


85–a.g.ms;236


 


86- a.g.ms;236


 


87- a.g.m.s;237


 


88- a.g.m.s;237


 


89-Aubrey Herbert,(İngiliz İstihbarat Subayı)Anıları-Devler Ülkesinde Devler Savaşı; Çanakkale, Ataç Yayınları, Mart 2006,İstanbul, s;90


 


90-BOA, HR. SYS,2110/8


 


91–15 Ağustos 1915 Tanin Gazetesi


 


92-BOA, HR. MA 1134/7


 


93-BOA, HR. SYS,2411/3


 


94-BOA, HR, SYS,2411/25


 


95- Milli Ajans muhabiri Cemil Hakkı Bey 22 Ocak 1916  “Savaşın Ardından Çanakkale’den Mektup’’


 


96-Ellis Ashmead Bartlett’ in Savaş Notları için bkz; Ellis Ashmead Bartlett, Çanakkale Gerçeği, Yeditepe Yayınları, Şubat -2006.


 


97- Ben Shephard,  Sinir Savaşı, Askerler ve Psikiyatrlar 1914-1994,  Literatür Yayınları, İstanbul, Nisan 2006, s.4


 


 


98- BOA, HR. SYS,2412/11, Henry Morgenthau (A.B.D.Büyükelçisi)Hatıraları-Devler Ülkesinde Devler Savaşı Çanakkale, Ataç Yayınları, Mart 2006,s;159


 


99- BOA, HR, SYS 2412/41


 


100- Henry Morgenthau, a.g.e. s;159


 


101-a.g.e. s;160


 


102-BOA, HR. SYS,2179/3


 


103- Henry Morgenthau, a.g.e. s;160


 


104- BOA, HR. SYS,2409/21


 


105-BOA, HR. SYS,2409/53


 


106- Henry Morgenthau, a.g.e. s;161


 


107-BOA, HR, SYS,2098/10


 


108-BOA, HR, SYS,2098/2


 


109-BOA, HR, SYS,2099/5


 


110-BOA, HR, SYS,2103/1


 


111- Henry Morgenthau, a.g.e. s;160


 


112- BOA, BEO,326410


 


113- BOA, DH, EUM,3 sb.5/7


 


114- Henry Morgenthau, a.g.e. s;162


 


115- a.g.e. s;162


 


116- a.g.e. s;162–163


 


117- a.g.e. s;163


 


118- a.g.e. s;164


 


119- a.g.e. s;164–165


 


120-a.g.e s;165–168


 


121- a.g.e s;169


 


122- a.g.e. s;170


 


123- a.g.e. s;170–171


 


124- a.g.e. s;172


 


125-a.g.e. s;173


 


126- a.g.e. s;174


 


127- a.g.e. s;174–175


 


128- a.g.e. s;176


 


129- a.g.e. s;176–177


 


130- a.g.e. s;178


 


131- Bugün ki Eceabat ilçesi…


 


132-BOA, HR. SYS,2409/21


 


133- Henry Morgenthau, a.g.e. s;178


 


134-a.g.e. s;179


 


135-BOA, HR. SYS,2412/41


 


136- Yigal Sheffy,’’Asphyxiating Gas and The Gallipoli War’’- ‘’Zehirli Gaz ve Çanakkale Savaşları-Kimyasal Savaş Yöntemlerinin Ortadoğu da Kullanımının Başlangıcı’’Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşları Araştırma Merkezi–90.Yılında Çanakkale Savaşlarını Düşünürken Sempozyumu.2005,s;236


 


 


137- a.g.m.s;235-236


 


138- Yrd. Doç.Dr. Şaduman Halıcı,’’Tanin Gazetesine Göre Çanakkale Geçilmez’’Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı;61 c;XXI Mart 2005


 


139- Dr.Lokman Erdemir, Sosyal Tarih Açısından Sebep ve Sonuçları ile Çanakkale Savaşları.(Yayınlanmamış Doktora Tezi)Marmara Üniversitesi.2008


 


140-Yigal Sheffy, a.g.m. s;238


 


141- a.g.m.s;239


 


142- a.g.m.s;239


 


143- a.g.m.s;239-240


 


144- Mete Tunçoku,Anzakların Gözüyle Mehmetçik,s;110, Yigal Sheffy,a.g.m.s;239


 


145- Yigal Sheffy,a.g.m.s;240


 


 


 


KAYNAKCA


 


 


MAKALELER


 


 


1-Tuncoku, Mete, “İngiliz Gizli Belgelerinde 18 Mart Zaferi ve Çanakkale Muharebeleri”, Çanakkale Muharebeleri 75. Yıl Armağanı, Ankara: Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1990,


 


   2-“Hilal-i Ahmer’in Faaliyeti”, Osmanlı Hilal-i Ahmer Mecmuası, sayı, 4, 5.


  


3- Olcaytu, Turhan, “Çanakkale Zaferi’nin Tarihteki ve Ulusal Yaşantımızdaki Yeri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, X, sayı 30, Kasım 1994, s. 609-636.


  


   4- Yrd. Doç.Dr. Şaduman Halıcı,’’Tanin Gazetesine Göre Çanakkale Geçilmez’’Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı;61 c;XXI Mart 2005


 


   5- Yigal Sheffy,’’Asphyxiating Gas and The Gallipoli War’’- ‘’Zehirli Gaz ve Çanakkale Savaşları-Kimyasal Savaş Yöntemlerinin Ortadoğu da Kullanımının Başlangıcı’’Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşları Araştırma Merkezi–90.Yılında Çanakkale Savaşlarını Düşünürken Sempozyumu.2005,s;236-240


 


   6- Bülent Günal,’’Weizmann’ın Halası Türk Casusu Çıktı’’ www.sabahonline.com


 


   7- Yakup Almelek,’’Pesah Olgusu ve Balfour Bildirisi’’09.09.2003 Şalom Gazetesi


 


            8- Walter S.Zapotoczny,’’The Use Of Poıson Gas In WW I And The Effect On   Society’’2007,www.wzaponline.com


 


    9- Yrd. Doç. Dr. Ahmet Öğreten,’’Osmanlı Rus Savaşında Kimyasal Silah’’A.T.E.S.E.Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı;12,Ağustos 2008,Yıl;6,


 


10- Doç. Dr.Burhanettin Kaya,’’Savaşların Yol Açtığı Ruhsal Yıkımlar’’Türkiye Psikiyatri Derneği-


 


      11-Uzm.Hem.Yüksek Dur,’’Kimyasal Savaş’’ Bilkent Üniversitesi,Sağlık Merkezi


 


   12- Cumhur Elmas,’’İlk Kimyasal Saldırı 2600 yıl önce yapılmış’’,Akşam Gazetesi,               11Ekim 2001.


 


            13- www.firstworldwar.com ‘’Weopons Of War ;Poison Gas ‘’


 


 


   14- Bretislav Friedrich,’’Fritz Haber(1868-1934)’’,Fritz Haber Instıtut Der Max-Planck Gesellschaft,Berlin,


 


   15- www.geltag.com,’’Türkler Neden Zehirli Gaz Kullanmadılar


 


   16- Doç.Dr. Osman Gürel ‘’Kimyasal Savaş’’- www.ttb.org.


 


 


 


KİTAPLAR


 


 


1-           Wallach, Jehuda L., Bir Askeri Yardımın Anatomisi: Türkiye’de Prusya-Alman Askeri Heyetleri 1835-1919, çev. Fahri Çeliker, Ankara: Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1985.


2  Tuncoku, Mete, Anzakların Kaleminden Mehmetçik: Çanakkale 1915, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1997.


3-  Tuncoku, Mete, Çanakkale 1915: Buzdağının Altı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2002


 


4-  Steel, Nigel; Hart, Peter, Gelibolu: Yenilginin Destanı, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: Sabah Kitapçılık Sanayi ve Ticaret, 1996.


5-  Ortaylı, İlber, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1981.


 


6-  Oglander, C. F. Aspinall, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekatı: 1915 Mayısından Tahliyeye Kadar; II, haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2005.


 


7- Oglander, C. F. Aspinall, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekatı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar; I, haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2005.


 


8- Mühlman, Carl, Çanakkale Savaşı: Bir Alman Subayının Notları, çev. Sedat Umran, İstanbul: Timaş Yayınları, 1998.


 


 


9- Münim Mustafa, Cepheden Cepheye: 1914-1918: İhtiyat Zabiti Bulunduğum Sırada Cihan Harbi’nde Kanal ve Çanakkale Cephelerine Ait Hatıralarım,


İstanbul: Arma Yayınları, 1998.


 


10- Moorehead, Alan, Gelibolu çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000.


 


11- Karatay, Baha Vefa, Mehmetçik ve Anzaklar, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1987.


 


12- Kocabaş, Süleyman, Tarihte Türkler ve Almanlar, Bayrak Yayınları, 1988.


 


13- James, Robert Rhodes, Gelibolu Harekatı, çev. Haluk V. Saltıkgil, Belge Yayınları, 1965.


 


14- Herbert, Aubery-Morgenthau Henry  Denizler Ülkesinde Devler Savaşı Çanakkale, çev. Seyfi Say, İstanbul: Ataş Yayınları, 2005.


 


15- Esenkaya, Ahmet, Türk Basınında Çanakkale Muharebeleri ( 3 Kasım 1914-Şubat 1916), (Doktora Tezi) Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2003.


 


16- Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1783-1914), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997.


 


 


ARŞİV KAYNAKLARI


 


1-                       BOA HR SYS 2110/8


2-                       BOA HR SYS 2411/3


3-                       BOA HR MA 1134/7


4-                       BOA HR SYS 2411/25


5-                       BOA HR MA 1136/64


6-                       BOA HR MA 1142/67


7-                       BOA HR SYS 2179/3


8-                       BOA HR SYS 2099/5


9-                       BOA HR SYS 2412/41


10-                   BOA HR SYS 2103/1


11-                   BOA HR SYS 2409/21


12-                   BOA HR SYS 2409/53


13-                   BOA HR SYS 2098/10


14-                   BOA HR SYS 2098/2


15-                   BOA HR SYS 2110/8


16-                   BOA DH EUM VRK 25/33


17-                   BOA BEO 326410


18-                   BOA DH EUM 3.SB 5/47


19-                   BOA HR SYS 2412/11


 


 


ELEKTRONİK KAYNAKLAR


 


1- www.salom.com.tr


2- www.worldwar1.com


3- www.wikipedia.com


4- www.bbc.co.uk./history/worldwars/BBC-history/


5- wwi.lib.byu.edu.


6- www.firstwar.com


7- www.historylearningsite.com.


8- www.zionism-israil.com


9- www.sucbilimi.org


 

16.072 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir