GELİBOLU’YU ANLAMAK

İstiklâl Savaşı’nın Kanatlı Süvarilerinden Enver Erel (Celal Yıldırım)

Kayserili nefer

Türk edebiyatının büyük şairi Nazım Hikmet’in cezaevinde yazdığı Kuvay-i Milliye Destanı İstiklâl Savaşı’nın tüm aşamalarını muhteşem bir dille anlatan edebi yapıtların başında gelir. Bu yapıtın 8.Bölümü(Bap) bir Türk askerinin İzmir’e girişini şöyle anlatır:

“Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.”[1]

İşte bu yazı, Nazım Hikmet’in “Kayserili Nefer” olarak bahsettiği İzmir’i ilk gören keşif kolu komutanı Enver Erel’i anlatmaktadır.

ENVER EREL 1893-1945

Kimdir Enver Erel?

Doğrusu Enver Bey, pek çok İstiklâl kahramanı gibi adı unutulmuş, subaylarımızdan biridir. Adı bir, iki kitap sayfasında, birkaç gazete yazısında ve bazı ansiklopedilerde geçer. Askerlik hayatı boyunca “Görünmeden gören, ölmeden dönen” bu keşif subayının hayatı yazık ki, ayrıntılı olarak hiç araştırılmamıştır.

Enver Erel, 1893/4 yılında -babasının görevi nedeniyle bulunduğu- Kayseri Sancağı’nın Hunat Hatun Mahallesi’nde dünyaya gelir. Babası Şehit Miralay Nuri Bey, annesi Mevlana soyundan Turabi Mehmet Şemseddin Ali Çelebi’nin kızı Ayişe Hanım’dır.[2] Bu evlilikten Tahir (1891), Enver(1894), Emine Nedime Hanım(1900) adıyla üç çocukları dünyaya gelir. Baba Miralay Nuri Bey, Osmanlı bürokrasisinde mabeyn katipliği, müsteşarlık gibi sivil ve askeri görevlerde bulunur. Eldeki bilgilere göre en son görev yeri Yemen’dir(1905).

Enver Erelin babası şehit Miralay Nuri Bey Öl.1905-Yemen İsyanı-(Foto Hilmi Erel arşivi)

Enver Erel, 1902 yılında annesini, 1905 yılında babası Miralay Nuri Bey’i kaybeder.[Yemen İsyanı-1905] Üç kardeş iki yıl arayla hem öksüz, hem de yetim kalırlar. Bunun üzerine devlet bu üç kardeşi himaye altına alır. Kardeşlerden Tahir ile Enver İstanbul’a gönderilir. Kız kardeşleri ise Ereğli’de kalır.

Enver Erel’in annesi Ayşe Hanım

Enver Bey, 1916 yılında Konya – Ereğli’sinden Şefika Hanım’la evlenir. Bu evlilikten Nurettin ve Şemsettin adlı iki çocuğu dünyaya gelir. Şefika Hanım’ın 1928 yılında vefatı nedeniyle, Kayseri’den Safiye Seyyid Hanım’la evlenen Enver Bey’in bu evlilikten de; Yüksel, Aygün ve Firdevs adlı üç çocukları dünyaya gelir.[3]

Cepheden Cepheye bir ömür

Enver Bey’in askeri hayatıyla ilgili olarak ailesi çeşitli dönemlerde Milli Savunma Bakanlığı’na başvurularda bulunur. Örneğin, Enver Bey’in torunu Hilmi Erel 28/09/2007 yılında Milli Savunma Bakanlığı’ndan dedesinin askeri safahat belgesini talep eder. Milli Savunma Bakanlığı 18/10/2007 tarihinde talebine cevap verir. Yapılan arşiv incelemesine göre Enver Erel’in askerliğe katılım tarihi: 11 Ekim 1912; terhis tarihi ise: 22 Ağustos 1923’tür. Yani Enver Bey, aralıksız olarak tam 10 yıl, 10 ay, 11 gün bir cepheden diğer cepheye savaşmıştır. Belgede Enver Bey’in sınıf ve rütbesi “Piyade Asteğmen” olarak geçmektedir.[4] İşte bu ifade üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü Balkan savaşlarından itibaren devam eden tüm savaşlarda bulunan bir kişinin rütbesinin asteğmen olarak kalması izaha muhtaçtır. Keza Enver Bey’in adının geçtiği kitaplarda kendisinden “Mülazım(Teğmen) Enver Efendi” diye bahsedilmektedir.[5] Ayrıca Enver Bey’in askeri safahat belgesinde de bize göre bir yanlışlık bulunmaktadır. Bu yanlış sicil numarasında yapılan okuma yanlışlığıdır. Enver Erel’in Osmanlıca askeri sicil belgesindeki, sicil numarası yanlışlıkla “28039” olarak okunmuştur. Oysa belgeye dikkatlice bakılınca sicil numarasının “28039” değil, “28139” olduğu görülmektedir. Bu yanlış okuma durumu Latin alfabesindeki askeri safahat belgesini doğrudan etkilemiş ve hem 1958 yılında, hem de 2007 yılında istenen askeri safahat belgelerinde Enver Bey’in sicil numarası “28139” değil, “28039” olarak geçmiştir. Yani eskilerin “Bir nokta gözü kör eder!” deyişine benzer bir durum bu belgede yaşanmıştır. Ve maalesef bu yanlışlık değişmeden günümüze kadar gelmiştir. O nedenle Enver Bey hakkında daha sağlıklı değerlendirme yapılabilmesi için askeri safahat belgesinin tekrar değerlendirilmesi yerinde olacaktır.[6]

Enver Bey, henüz askeri okul öğrencisiyken[Işıklar Askeri Lisesi] Balkan Savaşı’nın başlaması ile gönüllü olarak orduya katılır. Elimizde onun Balkan Savaşları’ndaki görevi üzerine her ne kadar yeterli belge bulunmasa da, o dönem verilen Balkan Savaşı madalyası ailesinde mevcuttur. Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak da aynı durum kısmen söz konusudur. Fakat yine de aile arşivinde bulunan Çanakkale Harp madalyası ve bir takım bilgiler onun Çanakkale cephesinde, hem de süvari alayında bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca Enver Bey’in aile içi sözlü belleğe göre Suriye-Filistin cephelerinde de bulunduğu ifade edilmektedir. Toplam olarak bakıldığında Enver Bey gibi onca savaş görmüş bir subaydan bu kadar az belge ve bilgi kalmasının sebebi nedir? Buna yazının sonunda değinilecektir.

İstiklal Savaşı’nın kanatlı süvarilerinden

Yukarıda yazılanlardan anlaşılacağı üzere Enver Bey, Osmanlı Devleti’nin son neslindendir. İmparatorluğun çöküş döneminin bir evladı olarak ömrünün önemli bir kısmı savaşlarda geçer. Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan İtilaf devletlerinin işgaline karşı direnişin saflarında yerini alır. Bu nedenle kan ve barut deryasında geçen çileli askerlik hayatının son safhası kuşkusuz İstiklal Savaşı’dır. Enver Bey’in İstiklâl Savaşı’nda özel kılan şeyse yaptığı tarihi keşif görevidir.

Bu savaşla ilgili olarak onun izini özellikle iki kitapta sürmek mümkündür. Bunlardan ilki Cumhuriyet döneminin ünlü ressamlarından M. Cemal Tollu’nun “Talimgâhtan Güzel Sanatlara 1921-1923” isimli anı kitabıyla Fahrettin Altay’ın “10 Savaş ve Sonrası 1912-1923” kitabıdır.

M. Cemal Tollu, İstanbul’un işgali sonrası babasından habersiz İnebolu üzerinden Ankara’ya geçer ve Atatürk’ün kurduğu Zabit Namzetleri Talimgâh’ında süvari eğitimi aldıktan sonra, çektiği kura sonucu “Dragon Alayı” olarak bilinen Konya’daki 20.Süvari Alayı’na tayini çıkar. İstiklâl Savaşı’nın sonuna kadar da bu alayda görev yapar.[7] Enver Bey’de bu alayda görevli olduğu için ikisi silah arkadaşıdır. Bu kitabın 83-93-105-114. sayfalarında Teğmen Enver Bey’den bahsedilir. Özellikle 83. sayfa Enver Bey’in yaptığı tarihi görevini açıklamakta büyük önem taşımaktadır. Burada Enver Bey’den:

“… Gecenin sessizliğinde tek tük silah sesleri duyuluyordu. Saat 3 evvelde[03.00] nöbeti benimle değişen Kayserili Mülazım Enver Efendi’ye ileri gidip vaziyeti yakından görmesi emredildi.”  diye bahseder.

 

Bu emir üzerine 20.Alay 4.Bölüğünde keşif kolu komutanı olan Teğmen Enver Efendi İzmir’i 15 kilometre mesafeden görerek şu iki tarihi raporu yazar:

(1) Numrolu Zâbit Keşif Kolunun birinci raporudur.

Alayın bulunduğu mahallin altı kilometre cenûb-î garbisinden

9 Eylül 338

Saat 4.35 evvel

Yirminci Alay Kumandanlığına

1.  Yol ve civarında düşmana tesadüf etmedim. Düşman çekilmiştir.

2. Ovada buraya tahminen beş kilometre mesafede ateşler yanmaktadır. Düşman tarafından yakıldığı zann ediyorum.

3.  Cenûb-î garbî istikametinde şosede keşfe devam ediyorum.

20. Alay 4. Bölükten

Mülâzım-ı Sânî

Enver

Teğmen Enver Erel’in Keşif Raporu-Kaynak Atase Arşivinden

 

(1) Numrolu Zâbit Keşif Kolunun ikinci raporudur.

İzmir’in (15) kilometre şimâlinden

9 Eylül 338

Sâat 5,5 evvel

Yirminci Alay Kumandanlığına

1. İzmir’e tamamıyla hâkim ve ovayı iyice görebilen bir tepedeyim. El’ân düşmandan hiçbir eser yoktur.

2. Birçok vapurların sür’atle limandan uzaklaştığını tarassud etdim.

3. İleri keşfe devam ediyorum. Evvelki raporda söylediğim ateşleri düşman yakmamıştır. Köy varmış.

20. Alay 4. Bölükden

Mülâzım-ı Sânî

Enver

Bu raporlara göre 9 Eylül sabahında İzmir’i ilk gören Türk askerinde biri de Enver Bey’dir. Yani Kuvay-i Milliye destanındaki  “Kayserili nefer” ondan başkası değildir.

Fahrettin Altay’ın karargah heyeti ve Teğmen Enver Bey

Nitekim Fahrettin Altay’da “10 Yıl Savaş ve Sonrası” kitabının “İzmir’e giriş: 9 Eylül” kısmında Teğmen Enver Erel’den ve onun heyecanından şöyle bahsedecektir:

“…Bu sabah ortalık ağarırken Sabuncubele ilerliyen ikinci süvari tümeninin 20.Alay 4.Bölüğünden Teğmen Enver komutasındaki keşif kolu düşmanın buralardan savuşmuş olduğunu görerek ileri tepelere çıkmış ve harikulade bir manzara ile karşılaşmıştır. Sabah güneşin tatlı ışıkları altında bir tablo gibi beliren güzel İzmir ve önündeki mavi suları ile Akdeniz ve bunları çevreleyen latif yeşilliklerle yüksek dağlardan terekküp eden bu tabii tabloda biraz kara noktalar körfezdeki ecnebi harp gemileri idi. Bu bahtiyar genç subay raporunu yazarken Başkumandanın (Atatürk’ün) verdiği Akdeniz hedefine ilk ulaşanın kendisi olduğunu düşünerek ne kadar heyecana tutulduğunu tahmin etmek güç değildir.”[8]

İşte bu iki anı kitabı ile Enver Bey’in yazdığı askeri rapor onun İstiklâl Savaşı tarihinde çok özel bir yere sahip olduğunu bizlere ispat etmektedir. Peki ya sonrası?

Kavgadan sonrası

Nazım Hikmet’in deyişiyle devam edersek, Enver Bey’in “kavgası” 22 Ağustos 1922 yılında sonlanır. Askeri safahat belgesine göre en son 26. Alay 2.Tb. 8.Bölükte görevliyken terhis edilir.

Enver Erel’in torunu A.Hilmi Erel-2024

Safahat belgesinin “Katıldığı savaşlar” kısmında şu yazmaktadır: “Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı, 28039 numaralı kırmızı şeritli İstiklal madalyası sahibidir.” [9]  Katıldığı savaşların bakiyesi vücuduna isabet eden yedi kurşundur. Kurşunlardan dördü çıkarılır, üçüyse vücudunda kalır. Kurşunlardan özellikle kalbi ile göğsü arasında kalanı en tehlikeli olanıdır. Bu kurşun çıkarılamadığı için, Enver Bey yaranın akıntısını ve yarattığı tarifsiz acıyı ölünceye kadar çeker. Aile içinde aşırı asabi olmasının belki de en önemli nedeni budur.

Enver Erel’in İstiklal madalyası

Kırmızı kurdeleli İstiklal gazimizin kavgadan sonra yeni bir savaşı daha vardır: Ekmek davası! Konya Ereğli’ye döndükten sonra kalabalık ailesinin hayatını idame ettirebilmek için sırasıyla; süvari tahsildarlığı, belediye zabıta amirliği ve temizlik işlerinde görev yapar. Devletin verdiği gazilik maaşını “Ben vatanı para için kurtarmadım!” diyerek kabul etmez, hatta ölümü sonrasında da ailesinin bu maaşı asla talep etmemesi tembihler.

Teğmen Enver Bey fotoğrafı ve kullandığı askeri teçhizatlar

Tabuttaki bayrak ve beyaz atına  teçhizatlar binip giden süvari

Enver EREL, işte bu yaralar ve sıkıntılarla 1945 yılına kadar yaşar. Kalbi ile göğsü arasında taşıdığı [hayatın garip bir cilvesi belki, İstiklal madalyasının takıldığı yere denk gelen bir yaradır bu] kurşunun yarattığı sağlık sorunlarının neticesinde 6 Haziran 1945 yılında vefat eder. Cenazesi için o günlerde kefen bezi bulunamaz ve belediyenin devreye girmesiyle tedarik edilen kaput bezine bedeni sarılır.

Enver Erel’e ait askeri teçhizatlar

Enver EREL’in memuriyet yılları- Ereğli 1926

Yakınlarına ölümü sonrasında uygulanması şartıyla iki vasiyet bırakır. Birincisi, 9 Eylül sabahında İzmir halkı tarafından kendisine hediye edilen Türk bayrağının tabutunun üstüne konulmasını ister. İkinci vasiyeti Nazım Hikmet’in vasiyetindeki ruha çok uygundur.

Enver Erel’in mearı başında Ereğli Belediye bşk. Avni Erel ve il genel mec.üyeleri-1947

Nazım Hikmet “Vasiyet” şiirinde nasıl “…Uyarına gelirse tepemde bir çınar olursa taş maş istemez hani” dediyse, tesadüf bu ya, Teğmen Enver Bey de mezarının yapılmamasını ve bir akasya ağacının dikilmesinin yeterli olduğunu vasiyet eder. Acıdır ki, ne Nazım Hikmet’in başına çınar dikilir, ne de Teğmen Enver Bey’in mezarının başına akasya ağacı… Fakat ilk vasiyetine uygun olarak tabutu Türk bayrağına sarılarak Konya – Ereğli Meydanbaşı/Musalla Mezarlığı’na defnedilir.

Enver Erel’in mezar taşı

Bir yaz günü beyaz atına binip, sessizce bu dünyadan göç eden kanatlı süvari, atının terkisine her cephede aldığı yaralarını ve bir de “9 Eylül sabahını” alır.

 

Bohça içinde kaybolan evraklar

“Toplam olarak bakıldığında Enver Bey gibi onca savaş görmüş bir subaydan bu kadar az belge ve bilgi kalmasının sebebi nedir?” Sorusunu yukarıda sormuştuk. Bu sorunun cevabı Enver Erel’in ölümünün ardından yaşanan ve bu zamana kadar aydınlatılamayan bir olayda gizlidir. Enver Erel, İstiklal Savaşı’ndan ölümüne kadar geçen süre zarfında çok ciddi maddi sıkıntılar yaşar. Bu sıkıntılar onun ölümü sonrasında da devam eder.

Enver Erel ve eşi Safiye Hanım 1928

Birgün Ereğli Adliyesi’nde görevli olan bir memur, Enver Erel’in eşi Safiye Hanım’la görüşür. Ailenin ekonomik durumunun kötü olmasından dolayı Safiye Hanım ondan yardım talep eder. Bunun üzerine bu memur yardım maksadıyla Enver Bey’in babası Şehit Miralay Nuri Bey’le, Enver Bey’e ait olan tüm evrakları ve belgeleri Safiye Hanım’dan ister. Safiye Hanım belge, bilgi, defterler dahil olmak üzere tüm evrakı bir bohça yapıp memura verir. Fakat sonrasında bu bohça aileye teslim edilmez. Böylece Enver Bey’in askeri ve şahsi hayatını aydınlatacak tüm bilgi ve belgeler büyük oranda ortadan kaybolur.[10] O nedenle Enver Bey’e ait pek çok şahsi/askeri bilgiye halen ulaşılamamaktadır.

Enver EREL Belediye çalışanlarıyla (Sandalyede oturan)-1944

Umarız bir gün kaybolan tüm bu belgeler bulunur ve İstiklal Savaşı’nın bu kanatlı süvarisinin hayatı daha ayrıntılı olarak yazılır. Çünkü bizleri 9 Eylül sabahına kavuşturan kahramanlarımız unutulmayı asla hak etmiyorlar.

Enver Erel’in Çanakkale Muh. Harp madalyası

Enver EREL’in süvari çantası

Enver EREL’in süvari çantası

Enver Erel’e ait tören kılıcı

Enver Erel’e ait tören kılıcı

Enver Erel’e ait askeri dürbün

Enver Erel’in çerçeve içindeki fotoğrafı ve tören kılıcı

 

NOT: Yazım aşamasında benden şahsi arşivini asla esirgemeyen ve dedesi Enver Erel’e olan vefasına her daim tanık olduğum, A. Hilmi Erel’e sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

[1]  Hikmet Nazım; Kuvay-i Milliye Destanı; YKY İst.2013
[2]  A. Hilmi EREL arşivi.
[3]  A. Hilmi EREL arşivi.
[4]  Milli Savunma Bakanlığı Arşiv Müdürlüğü; Arşiv 3214-226-07/Belge Arş.İnc.Ks.(6130) 18/10/2007; Ankara
[5]  Bkz. (1) Tollu Cemal Mehmet; “Talimgah’tan Güzel Sanatlar’a 1921-1923”; Yay.Haz. Dr. Servet Avşar; sayfa: ix. Türkiye İş Bank. Kült. Yay. İst. Ocak 2018. (2) Altay Fahrettin; “10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1923”; sayfa 347 vd. Türkiye İş Bank. Kült.Yay. İst. Şubat 2022
[6]  Enver Erel askeri safahat belgeleri: 1958 ve 2007
[7]  Tollu Cemal Mehmet; “Talimgah’tan Güzel Sanatlar’a 1921-1923”; Yay.Haz. Dr. Servet Avşar; sayfa: ix. İş Bank. Kült. Yay. İst. Ocak 2018.
[8]   Bkz. Altay Fahrettin; “10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1923”; sayfa 347 vd. Türkiye İş Bank. Kült.Yay. İst. Şubat 2022
[9]  Milli Savunma Bakanlığı Arşiv Müdürlüğü; Arşiv 3214-226-07/Belge Arş.İnc.Ks.(6130) 18/10/2007; Ankara
[10]  A. Hilmi Erel Arşivi

276 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir