“Kumandanların en büyük cesareti, mesuliyetten korkmamalarıdır.”
Yıldızı sadece askerî değil sivil çevrelerde de parlayan genç Mirliva 99’luk tespihini bırakmış, emir erine iki kahve ve Bafra Maden sigarası söylemişti, kendisiyle röportaja gelen genç gazeteci için. Mart 1918’in son günlerinde İstanbul Akaretler 76 numaralı dairede, cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar, seccadeler ve kilimler altında, köşede İngilizlerden zapt bir makinalı tüfek, etrafa yayılmış Çanakkale notları içeren defterlerle dolu gölgeli geniş bir odada gazeteci Ruşen Eşref Bey Yeni Mecmua’nın “Fevkalâde” nüshası için “Anafartalar Kahramanı” Mustafa Kemal Paşa ile röportaja hazırlanıyordu. Üç gün süren röportaj sonrasında Çanakkale Muharebeleri’nde gösterdiği kahramanlıkların büyüklüğü ve önemini bizzat ondan dinleyerek millete çok önemli bir belge bıraktığını düşünecek , Mustafa Kemal Paşa’da “Rembrandt’ın Altın Miğferli Cengaveri’ni andıran bir heybet vardı” diye yazacaktı. “İnsan onun ağzından çıkan her sözün önemli bir düşünceye kalıp olduğu tesirini gecikmeden alıyordu.”
İSTANBUL – TEKİRDAĞ – MAYDOS
İttihatçı ve Türk milliyetçisi bu genç paşanın Cihan Harbi safahatı, Sofya’da ataşemiliterliği ile başlamıştı. Balkan Savaşı’nın daha yaraları sarılmadan İttihat Terakki Hükûmeti Sofya büyükelçisi olarak Fethi (Okyar) Bey’i, askerî ataşe olarak da arkadaşı Binbaşı Mustafa Kemal’i atamıştı. Şevket Süreyya, Mustafa Kemal Bey’in Sofya’ya gönderilmesini bir çeşit sürgün olarak niteliyor: “Kırgındı ve ataşemiliterlik mizacına uygun değildi.” Ancak yazdığı raporlara bakıldığında bu genç binbaşının hayli aktif olduğu, devletini müstakbel İttifak üyeleri Almanya ve özellikle Bulgaristan konusunda isabetli şekilde uyardığı görülüyor. Goltz’un Balkan Savaşı’nda Bulgarlara harekât planlarını sızdırdığı bilgisi onun raporundaydı. İttifak yapılan Almanlara güvenmemesinin en önemli nedeni bu olmalıydı. O, Bulgaristan’ın “Büyük Bulgaristan” emellerinden vazgeçmediğini vurguluyor, Avusturya-Macaristan ile yakın ilişkiler kurduğuna dikkati çekiyordu.
28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a saldırmasıyla Avrupa’yı sarmaya başlayan ateşin Osmanlı İmparatorluğu’na bulaşmaması mümkün müydü? Britanya ve Fransa’nın ittifak konusundaki isteksizliği, Çarlık Rusya’sının saklamadığı düşmanlığı Babıâli’yi mecburi olarak Almanya tarafına itmişti. Sofya’daki genç ataşemiliter subay, savaşa girilmemesi yönündeki düşüncelerinin dikkate alınacağı bir konumda değildi henüz. Osmanlı İmparatorluğu’nun da savaşa girmesiyle nispeten atıl durumda bulunmak istemiyor, ısrarla cephede görev talep ediyordu. En sonunda, 20 Ocak 1915’te Tekirdağ’da yeni kurulan 3. Kolordu’ya bağlı 19. Tümen’in komutanlığına ataması yapıldı. Genelkurmay’da tümenin adını söylediğinde, nerede olduğunu herkesin birbirine sorduğunu anlatır. Mustafa Kemal 24 Ocak’ta göreve başlamış, yoğun bir eğitim ve donatım çabasına girişmişti. Çanakkale’de kara muharebelerinin işaretleri üzerine 19. Tümen Eceabat’a intikalini 25 Şubat’ta tamamlamıştı.
Avrupa’yı ateş saralı altı ay olmuş, İsviçre’den Manş Denizi’ne uzanan siperlerde taraflar, deyim yerindeyse çamura saplanıp kalmışlardı. Çanakkale Boğaz giriş tabyaları, daha 3 Kasım 1914’te resmen savaş ilan edilmemişken bombalanmıştı. Deniz kuvvetlerinden sorumlu Winston Churchill’in de aralarında bulunduğu Britanya İmparatorluğu harp kabinesinin karar vericileri kördüğüme dönen savaşı kazanmak için yeni cephe açma hazırlığında iken, Rusların Sarıkamış harekâtında paniğe kapılıp Çanakkale Boğazı’na gösteriş harekâtı istemesi aranan bahaneyi vermişti zaten. Çanakkale, askerî tarihe geçecek muharebeler zincirine hazırlanıyordu.
Britanya İmparatorluğu Başbakanı Asquith, Harbiye Nazırı Kitchener ve Deniz Kuvvetleri’nden Sorumlu Bakan Winston Churchill’in önüne, Osmanlı ordusunun Sarıkamış, Basra ve Kanal harekâtındaki başarısızlıklarının raporları konmuş olmalıydı. Sadece denizden Akdeniz filosu ile yapılacak bir saldırıyla Çanakkale Boğazı tabyaları susturulup geçilecek, İstanbul teslim olacaktı. Çarlık Rusya’sına yardım edilecek, Tuna Nehri ulaşımı da kontrol altına alınacaktı. İhtiyatlı Kitchener az da olsa Ege adalarında konuşlanacak birlikleri peyderpey göndermişti. 19 Şubat 1915’te Çanakkale dış istihkamlarının bombalamasıyla süreç başlamış, küçük partiler hâlinde deniz piyadelerinin çıkarmalarıyla kıyı topları etkisiz hâle getirilmeye çalışılmıştı. 19. Tümen 25 Şubat 1915’te Gelibolu Yarımadası’na gelmiş, o dönem adı Maydos olan şimdiki Eceabat ve etrafında konuşlanmıştı. Mustafa Kemal Bey bölgeye hiç de yabancı değildi. Balkan Savaşı’nda Bolayır’daki Mürettep Kolordu Harekât Şubesinde görev yapmıştı. Maydos mıntıka komutanı olarak, 4 Mart 1915’te Seddülbahir’e çıkan küçük bir gruptan müteşekkil İngiliz deniz piyadelerini kendisine bağlı birlik püskürtmüştü. Özellikle, düşmanı taşla kovalayan Bigalı Mehmet Çavuş’un kahramanlığını rapor etmişti. Ancak 18 Mart 1915’teki Müttefik filosunun Çanakkale Boğazı’nı zorlamasına Türk tabyalarının verdiği müthiş cevapla filo hezimetle ayrılmıştı. Bu da Çanakkale Boğazı’nın, ancak Kilitbahir platosu ve Alçıtepe’nin ele geçirilmesi, böylelikle tabyaların susturulup donanmaya yol verilmesini amaçlayan kara harekâtı ile geçilebileceğini ortaya çıkarmıştı. Askerî tarihin o zamana kadarki en büyük askerî çıkarması; 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’nda altı ayrı sahile ve Anadolu yakasında Kumkale’ye 75.000 kişilik İngiliz, Fransız, dominyon ve sömürge askerleriyle yapılıyordu. Şimdi Anzak Koyu olarak bilinen, çıkarma haritalarında Z ile belirlenen Arıburnu sahillerine Avustralya ve Yeni Zelanda tümeni üç dalga hâlinde çıkacak; Kocaçimentepe’ten Kabatepe’ye kadar olan alanı kontrol edip Maltepe’ye ve Boğaz’a ilerleyecek; Türk kuvvetlerinin Seddülbahir bağlantısını keseceklerdi.
ARIBURNU – ANAFARTALAR – CONKBAYIRI
Anzak çıkarması saat 04.30’da başlamıştı. 19. Tümen, ordu ihtiyatı olarak -karargâhı Bigalı köyü olmak üzere- Maltepe ve civarına yerleşmiş durumdaydı. Çıkarmaya dair ilk bilgiler, sabaha karşı önce Maltepe’deki 77. Alay’dan telefonla gelmişti. Yarbay Mustafa Kemal Bey, tümenini her an harekete geçmek üzere hazırladı. Saat 06.30’da ise Albay Halil Sami Bey’den, -düşman Kabatepe gerilerindeki sırtlara ilerlemekte olduğu için- Maltepe’deki kuvvetlerinden bir taburu Kabatepe’nin kuzeyindeki Arıburnu’na karşı olan sırtlara süratle göndermesi ve sonucunun bildirilmesi rica edilmekteydi. Görünüşe bakılırsa Halil Sami Bey’in Maltepe kuvvetlerinden istediği sadece bir tabur da yetersiz kalacaktı. Mustafa Kemal Bey bir alay (57. Alay) ve bir cebel bataryasıyla harekete geçmeye karar verdi. Hedef önce Kocadere’nin batısındaki sırtlardı. Saat 07.39’da 57. Alay birlikleri harekete geçmiş, Mustafa Kemal bir bölüklük öncü kuvvet ve karargâh subaylarıyla birlikte önden ilerlemiş, çıkarma durumunu daha iyi görmek için Matikdere’den ayrılarak Telefondere yoluyla 204 rakımlı tepeye, oradan da Kocaçimentepe’ye çıkmıştı. Ancak sadece çıkarma gemilerini görünce daha da ilerlemeye karar vermiş, Abdal Geçidi Besimtepe yoluyla Conkbayırı’na varmıştı.
Saatler 09.40’ı göstermekteydi. Burada kendi ifadesiyle “kaçan” askerlerle karşılaştı. 261 rakımlı tepede karşılaştığı askerlerle aralarında geçen diyaloğu, üç yıl kadar sonra 1918 yılında gazeteci Ruşen Eşref Bey’le yaptığı röportajda da aynen aktaracaktır.… “Kaçan efrada ‘Düşmandan kaçılmaz.’ dedim. ‘Cephanemiz kalmadı.’ dediler. ‘Cephaneniz yoksa süngünüz var.’ dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım.” Ancak hemen belirtmek gerekir ki Yarbay Mustafa Kemal Bey’in karşılaştığı bu askerler; saat 06.30’da Sazlıdere’nin bir kolunu izleyerek Conkbayırı yoluna çıkan İbradılı İbrahim Hayrettin’in, Conkbayırı ile 261 rakımlı tepe arasında gözetleme ya da ihtiyat amacıyla bıraktığı askerlerdi. Zaten orada görevlendirildikleri için kaçmaları gibi bir durum söz konusu değildi. Arıburnu Muharebeleri raporu, 1916 sonlarında Doğu Cephesi’nde yazılmıştı. Bu rapor da tüm raporlar gibi karşılaştırılarak okunmalı. Çünkü sadece Arıburnu raporlarına bakarak yapılacak bir değerlendirme, 04.30’da başlamış Anzak çıkarmasına sanki 09.40’a kadar hiç müdahale edilmemiş gibi bir izlenim verebilir. Oysa Türk savunması, sahildeki müfrezeler ve geriden gelen Şefik Bey’in 27. Alay’ının müdahalesiyle Anzakları o saate kadar durdurmuştu. Ancak takviye ve toparlayacak komutan gerekliydi. Kur. Yrb. Mustafa Kemal Bey tam zamanında yetişmişti. Kılıçbayırı’nı birkaç kez el değiştirdikten sonra tutmuş, 27. Alayı da komutası altına almış, öğlen Maltepe’ye gelen Esat Paşa ile bir raporun doğruluğu konusunu tartışmış, öğleden sonra peyderpey -popüler kültürde “Arap Alayları” olarak bilinen- 77 ve 72. alayları devreye sokmuş ve Anzakları, Kabatepe’ten Cesarettepe’ye uzanan hattın deniz tarafında kalmaya mecbur etmişti. 77. Alay’ın donanma ateşi ile dağılması ve paniğin akşama sirayet etmesi 25 Nisan Arıburnu çıkarmasının en kritik olaylarından biriydi. 77. Alay başarısız hücum girişimlerinde bulunmuş fakat aynı zamanda etkili donanma bombardımanı sonucunda karşı tarafın direnişi gerilemiştir. Öyle ki Mustafa Kemal’in Libya Derne’deyken yanında çalışmış olan 77. Alay 1. Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Bey’in panikle askerinin bozulduğunu bildirmesine cevaben, “bu gibi durumların her zaman olabileceği, kendilerine düşenin kaçanlara lanet etmek değil, onları yeniden toplayıp savaşa göndermek olduğu”nu söylemişti. Mustafa Kemal Bey’e göre başarısızlığın nedeni askerler değil, Alay Komutanı Saip Bey’in asılsız kuşkusu ve belirsiz, karışık, anlamsız, uygulanamaz bir emir vermiş olmasıydı. Muharebenin ileriki dönemlerinde, hatta Doğu Cephesi ya da Filistin’de görüleceği üzere panik durumlarında diğer subaylara ağır eleştiriler yapmaktan geri kalmayacaktı. Başarısızlıkla sonuçlanan 1 Mayıs 1915 Arıburnu Cephesi saldırısı sonrasında, 27. Alay Komutanı Mehmet Şefik Bey’in suçlanması da ilginçtir. 1 Mayıs’tan önce yanına gönderilen Alman subaylardan Raymond’u istemeyecek, komutayı almak için gönderilen Albay Kannengiesser’i geri yollayacaktı.
Mustafa Kemal Bey’in 25 Nisan 1915’teki en önemli başarılarından biri de öğleden sonra gerçekleşmesi muhtemel bir bozgunu son derece soğukkanlı bir biçimde ve aldığı yerinde tedbirlerle önlemesiydi. 25 Nisan 1915 çıkarması; 5. Ordu karar vericilerinin en kritik saatlerde ortada olmadığı, küçük rütbeli subayların sorumluluk aldıkları ve kendilerinden katbekat üstün İngiliz ve Anzak birliklerini sahilde durdurdukları gündür. M. Fatih Baş’ın da çalışmasında ortaya koyduğu gibi aralarında Mustafa Kemal Bey’in de olduğu Osmanlı subayları inisiyatif alma konusunda Alman doktrininin eğitimiyle çok başarılıydılar.
Çıkarma sonrası Seddülbahir’de İngiliz 29. Tümen birlikleri sahilden birkaç kilometre kadar ilerleyebilmişlerdi. Fransızların da takviyesine rağmen ana hedefleri olan Alçıtepe’nin uzağındaydılar. Anzaklar sekiz ay boyunca yaşayacakları Arıburnu sektöründe, Türk keskin nişancılarının tehdidi altında Korku deresi ve etrafında âdeta hapsolmuşlardı. Türk tarafı ise ağır bedellere mal olsa da müttefiklerin sökülüp atılması için uğraşıyordu. Çanakkale Kara Muharebeleri herkes için kanlı bir deneyimdi. Ruşen Eşref, Atatürk’le üç yıl sonra röportaj yapmış ve bu röportajda Atatürk, kara muharebelerinin ilk günlerinde neredeyse tüm subayların zihninde yer eden “Size Ölmeyi Emrediyorum!” cümlesini kullanmıştır. Bazen 5 metreye kadar yaklaşan siperlerde makineli tüfek ateşlerine karşı süngüyle hücum edilir ve lağım patlamaları olur; keskin nişancılara, nerede/ne zaman patlayacağı belli olmayan el bombalarına ve en korkuncu da donanma topçusunun ateşine maruz kalınırdı. İlk günlerin kayıpları çok ağırdı.
Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya 3 Mayıs’ta -Liman von Sanders ve Esat Paşa’yı atlayarak- mektup yazmış, bu mektupta ondan, cepheye gelip duruma bizzat müdahele etmesini istemişti. Bu mektup özü itibarıyla 20 Eylül 1917’de yazılan Yıldırım Orduları Komutanı Falkenhayn Paşa’yı şikâyet ettiği mektuba da benzemektedir. Mektupta, Almanya iş birliğine net bir itiraz mevcuttu. Endüstriyel bir savaşın tüm korkunçluğuna ve yönettiği askerlerin direnişine de şahit olmuştu. Anzaklar karşısında ağır kayıp verilen 1 Mayıs 1915 saldırısında o meşhur emrini yayınlamıştı, birliklerine. “İçimizde kumanda ettiğimiz askerlerde, Balkan hacâletinin ikinci bir safhasını görmekden ise burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyyen kabul etmem.” Ruşen Eşref’e verdiği röportajda, Kur’an okuyarak ölüme koşan Mehmetçikleri anlattığı “Bombasırtı vakası” Çanakkale ruhunu en iyi tanımlayan ifadelerin başında geliyor.
Esat Paşa’nın karargâhını Kuzey Grubu olarak Kemalyeri’ne taşıdığı 17 Mayıs 1915’e kadar, Arıburnu sektöründe neredeyse kolordu büyüklüğünde on alaylık bir kuvveti Arıburnu Kuvvetleri komutanı olarak başarıyla yönetmişti. Kemalyeri ismini onun adına atfen Binbaşı Fahrettin (Altay) vermişti. Bundan sonra yine 19. Tümen komutanı olarak görevine devam etmişti. Kanlısırt’tan- Cesarettepe’ye uzanan Arıburnu Cephesi’nde ağır kayıp verilen 19 Mayıs 1915 taarruzunun sağ kanadındaydı. Gönlünde, 57. Alay’ın her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Röportajda Ruşen Eşref’e söylediği “Tamamı şehit olmuştur.” ifadesi muhtemelen kayıpların ağırlığını belirtmek içindi. Bölgeye hâkim olması daha sonraki muhtemel adımlarını da doğru atmasını sağlayacaktı. 1 Haziran 1915’te artık albaydı. Esat Paşa ile Sazlıdere’nin kimin sorumluluğunda olduğu tartışması Kuzey Grubu karargâhı ile arasında soğuk rüzgârlar esmesine yol açmış, 13 Haziran’da cephe hattına gelen Esat Paşa ve kurmaylarını İngilizlerin Sazlıdere yoluyla Conkbayırı’nı tehdit edebilecekleri hususunda ikaz etmiş, buna karşılık biraz alaycı şekilde “Merak etme beyefendi, gelemezler.” cevabını almıştı. Oysa 6 Ağustos 1915 gecesi Sarıbayır harekâtı, Albay Mustafa Kemal Bey’in tam da uyardığı yerlerden başlamıştı. Uyarısı dinlenmediği için Conkbayırı neredeyse kaybediliyordu. Conkbayırı’nı kurtarmak ise yine kendisine nasip olacaktı.
Gelibolu Cephesi tıpkı Batı Cephesi gibi kitlenmiş, küçümsenen Türk ordusunun savunması binlerce müttefik askerin hayatına malolmuş, onlarca tümeni Çanakkale’de bağlamıştı. İngiltere’de yeni kurulan koalisyon hükümetinin Çanakkale komitesinin Haziran ve Temmuz 1915 toplantıları Çanakkale konusundaki kararsızlıklarını yansıtmaktaydı. Beş tümenlik takviye düşüncesi ağır bastı. Anzak kuvvetleri komutanı Birdwood’un ekibinin keşifleri sonucunda yeterince tutulmadığı anlaşılan Sazlıdere ve Ağıldere yoluyla Kocaçimentepe silsilesini tehdit planı gündeme alınmıştı. Mustafa Kemal Bey bu tehdidi önceden görmüştü. Hamilton’un planı geliştirmesiyle Anafartalar kıyılarına yeni gelecek takviyelerle çıkarma yapılması kararlaştırılmıştı. Plana göre önce Kitchener’in Yeni Ordu birliklerinden 9. Kolordu Anafartalar sahillerine çıkarak ilerleyecekti. Asıl harekât ise Sazlıdere ve Ağıldere vadilerindeki 14. Alayımızın zayıf postaları etkisiz hâle getirildikten sonra Conkbayırı-Besimtepe-Kocaçimentepe silsilesine ulaşmayı içeriyordu. Yeni Zelanda, Avustralya ve İngilizlerden oluşan karma kuvvet bu harekâta katılacaktı. Aynı gün Arıburnu cephesinde Merkeztepe ve Kanlısırt’ta Anzaklar tespit taarruzları yapacaklardı.
6 Ağustos 1915, Çanakkale Kara Muharebeleri için çok önemli bir gündür. Anafartalar Ovası, Alman Yarbay Wilmer komutasında yaklaşık 3.000 kişilik bir kuvvetle tutuluyordu. 9. Kolordu, gece başlayan çıkarmasında ciddi kayıp verdirmeyi başarmış, İsmailoğlu Tepe gibi kritik noktaları elde tutmuşlardı. Yardım edebilecek en yakındaki 7 ve 12. tümenlerden oluşan Anafartalar Grubu 40 km kadar ötedeydi. Liman Paşa, çıkarma haberini alır almaz grup komutanı Ahmet Feyzi Bey’e hareket etmelerini emretmişti. İngiliz resmî tarihi, 9. Kolordu karargâhının akıl almaz bir şekilde sahilde oyalanışını, bir türlü organize olamayıp ovaya hâkim Kavaktepe ve Tekketepe’yi ele geçiremeyişini sayfalarca anlatır. 9. Kolordu Komutanı Frederick Stopford âdeta günah keçisi ilan edilir. Aynı gece başlayan Sarıbayır harekâtı ise Sazlıdere, Ağıldere ve Çaylakdere vadilerindeki kaos ile dikkati çeker. Ancak özellikle Yeni Zelandalı sağ taarruz kolunun sabah Conkbayırı eteklerine ulaşması önemlidir. Esat Paşa aynı gün içerisinde tehlikeyi görüp Alman Kannengiesser’in komutasında 9. Tümen birliklerini kaydırsa da Alman albay makineli tüfek ateşiyle 7 Ağustos sabahı yaralanmıştır.
Albay Mustafa Kemal Bey, bir buçuk ay önce gerçekleşeceğini tahmin ettiği gelişmeleri çok yakından takip etmekteydi. Kanlısırt’a takviye gönderiyor, bir yandan Conkbayırı’ndan gelen “Başsız kaldık, ne yapacağız?” gibi mesajlara maruz kalıyordu. Sorumluluğu dışında olmasına rağmen iki bölüklük takviye gönderse de Conkbayırı’ndaki durum ilerleyen günlerde daha kritik bir hâle gelmiş, yeni takviyeler gönderilse de Conkbayırı âdeta insan öğüten bir tepeye dönmüştü.
Anafartalar Grubu Komutanı Albay Ahmet Feyzi Bey her iki tümenini de Anafartalar bölgesine süratle getirmeye çalışıyordu. Liman von Sanders 8 Ağustos 1915 sabahı Küçük Anafartalar Ovası’na dağılmış İngiliz birliklerine taarruz edilmesini istemiş, ancak birliklerin toparlanamaması nedeniyle bu gerçekleşmemişti. Aynı günün gecesi de bu emri yerine getirilmeyince Ahmet Feyzi Bey’i görevden aldı. 8 Ağustos 1915 akşamı Kuzey Grubu karargâhı, 5. Ordu karargâhı ve 19. Tümen karargâhları arasında yoğun bir telefon trafiği söz konusuydu. Esat Paşa’nın önerisi Anafartalar Grubu komutanlığına Albay Mustafa Kemal’in getirilmesiydi. Liman Paşa’nın yaveri Kâzım İnanç Bey Mustafa Kemal Bey’i aramış, o da Anafartalar ve Conkbayırı’ndaki tüm kuvvetlerin komutasının kendisine verilmesi kaydıyla bunu kabul edeceğini bildirmişti. Komuta birliği meselesi, onun askerî yaşamında en önemli gördüğü meselelerden biriydi. Nitekim bunu ileride, Medine kuvvetlerinin tahliyesini yönetmesi teklifi geldiğinde ya da Falkenhayn krizinde Filistin’deki birlikler için, Deraa’da Nablus Bozgunu sonrasında da isteyecekti.
Albay Mustafa Kemal Bey 8 Ağustos gecesi Çamlıtekke’ye gitti. Haftalar sonra ilk kez temiz hava alıyordu. Sabah planlanan taarruza pek bir şey kalmamıştı. O da planı değiştirmedi zaten. Sabah 12. Tümen Azmak Deresi’nin kuzeyinden, 7. Tümen birlikleri de güneyinden Bombatepe-Damakçılık bayırı istikametine saldırıya geçtiler. İlginçtir, aynı dönemde Hamilton’un 9. Kolordu’ya müdahalesiyle İngilizler de harekete geçmişti. Kükürtlüpınar-Sülecik-Mestantepe hattında durduruldular. Müthiş bir başarıydı bu. Sıra Conkbayırı’ndaydı. Uykusuz geçen onca günün yorgunluğu bitmeden, 9 Ağustos’u 10 Ağustos’a bağlayan gece 8. Tümen karargâhına doğru yola çıkıldı. Kaybedilecek vakit yoktu.
10 Ağustos’ta sabaha karşı Osmanlı Ordusu’nun yaptığı Conkbayırı taarruzunun, sekiz ay süren kara muharebeleri içerisindeki en başarılı taarruz olduğunu söylemek hiç abartılı olmaz. Zira İngilizler, Yeni Zelandalılar, Hintler, Sihler, Nepalli Gurkalardan oluşan Müttefik Kuvvetleri Conkbayırı-Besimtepe yamaçlarında tutunmaya çalışmaktaydı ve ilk fırsatta da tekrar teşebbüse geçeceklerinden kuşku yoktu. Albay Mustafa Kemal Bey, 8. Tümen karargâhındaki hücum planına yönelik itirazları pek dikkate almamış görünüyordu: “Bazı kanaatler vardır ki onların hesap ve mantıkla izahı güçtür. Özellikle muharebenin kanlı ve ateşli safhasındaki duyguların doğurduğu kanaatler… Tabii ki her kanaat ve karar, içinde bulunulan durum ve koşulları tetkik ve bu tetkikat neticelerini sezgi ve takdir sayesinde doğar.” 10 Ağustos sabahı Çanakkale Kara Muharebeleri’nin en kritik kararlarından biri olan Ağıldere ve Şahinsırtı’ndaki mevzilere 23, 24 ve 28. alaylarla taarruza geçme kararı alındı. 9 Ağustos gecesi Müttefikler tarafında, dört günden beri devam eden mücadelenin yorgunluğu ve hedeflerden hâlâ uzakta olmanın verdiği moral bozukluğu hâkimdi. Özellikle Yeni Zelandalıların hayli kaybı vardı. Şahinsırtı’na yeni ordu birliklerinden Royal North Lancashire’nin taburları ve 5/Wiltshire taburu yerleşti. Kuzeydeki çiftlik (Farm) bölgesinde ise General Baldwin komutasındaki 38. Tugay bulunmaktaydı.
Sabaha karşı saat 4 sıralarında Albay M. Kemal, 8. Tümen Komutanı Ali Rıza Bey ile birlikte Conkbayırı doğu yamaçlarında süngü hücumuna kalkacak birliklerin önüne geçti. Birkaç askerin omuzuna vurarak şakalaştı: “Sen sakallı! İngilizi bir hamlede yere atabilir misin?”
Güneş birazdan doğacaktı. “Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!” İşaretle birlikte “Allah! Allah!” sedaları arasında Türk askerleri yerlerinden fırlamış, bir çığ gibi İngiliz siperlerine girmişlerdi. Yeni Zelandalılar, kendi arkadaşlarını vurma pahasına da olsa makineli tüfeklerle yaylım ateşine başlamışlar ve bunu donanma bombardımanı takip etmişti. Kısa süre içerisinde North Lancashire ve Wiltshire taburlarından sağ kimse kalmamıştı. Conkbayırı’ndan aşağı sel gibi inenler çiftlikteki İngiliz birliklerini dağıttılar. İngiliz resmî tarihi bunu, “Bu şiddetli mücadelenin tafsilatına malik olamadık.” diye yazar. Saat 10’a doğru çiftlik platosu, General Baldwin de dâhil olmak üzere çok sayıda İngiliz askerinin cesediyle doluydu.
Albay Mustafa Kemal Bey’in kritik müdahaleleriyle Anafartalar’da İngilizler durdurulmuş, Conkbayırı’ndan geriye atılmışlardı. O, Conkbayırı kadar olmasa da kritikleşen Kireçtepe saldırısında Alman Yarbay Wilmer ile tartışmış, 5. Tümen karargâhının bulunduğu Tursunköy’e 16 Ağustos’ta gelmiş, harekâtı bizzat yönetmişti. 21 Ağustos 1915’teki Anafartalar saldırısını da Türk tümenleri geri püskürttü. Bombatepe’deki 7. Tümen’e saldırılar sonuçsuz kaldı. “Anafartalar Kahramanı”, Albay Mustafa Kemal için ömrü boyunca gururla taşıyacağı bir sıfat olmuştu artık. Tasvir-i Efkâr’ın 29 Ekim 1915 nüshasının ilk sayfası, onun ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın resmi ile çıkıyordu.
Eylül ayı artık bu cephede silahların tek tük atıldığı, topçu ateşinin seyrekleştiği dönemdir. Talat Paşa, Dr. Nazım bey aktif çarpışmalar sırasında, mebuslardan, gazetecilerden, Arap din adamlarından heyetler ise muharebelerin şiddetinin azaldığı dönemlerde birbiri ardına Mustafa Kemal Bey’i ve cephesini ziyaret edeceklerdi.
Müttefikler Londra ve Paris’te kış gelmeden Çanakkale’de ne yapacaklarını karar vermeye çalışmaktaydılar. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal’e göre büyük bir taarruzla düşman denize dökülebilirdi. Ancak gelişmeler bu düşüncesinin gerçekleşmesine fırsat vermedi. Yirmi Eylül’de hastalanan Albay Mustafa Kemal, Enver Paşa’nın 24 Eylül’de yarımadaya gelip kendisini ziyaret etmemesine gücenmişti. İstifa kararı alması üzerine, Mareşal Liman von Sanders 30 Eylül tarihinde Enver Paşa’ya bir mektup yazarak bu istifayı reddetmesini istedi. Alman Mareşal en değerli komutanlarından birini böyle bir sebeple kaybetmek istememektedir. Muzaffer Albayrak, ilgili makalesinde Mustafa Kemal’in Çanakkale’de istikbaline doğrudan tesir eden üç kader anı olduğunu belirtir: 5 Aralık 1914’te 1. Tümen komutanlığına atanmasının iptali, muharebeler devam ederken 28 Temmuz’da Enver Paşa’nın teklifi ile fiiliyatta gerçekleşmeyen 15. Kolordu’ya atanması ve Liman Paşa’nın yukarıda bahsettiğimiz mektubu… Enver Paşa, Liman von Sanders’in bu mektubu üzerine Albay Mustafa Kemal’e telgraf çekti: “Rahatsızlığınızı işittim.” diye başladı telgrafına. “Müteessir oldum. Son defaki Çanakkale ziyaretimde çeşitli mevzileri görmek istediğimden sizi ziyarete vaktim kalmamıştı. İnşallah yakında tamamen sıhhatinize kavuşur ve bugüne kadar olduğu gibi, kumanda ettiğiniz kıtaatın başında muvaffakiyetle vazife ifa eylersiniz.” Her ne kadar Liman von Sanders, istifasını geri aldırmak için Başkomutan Vekili’ne mektup yazsa da Albay Mustafa Kemal ile arası (özellikle 1. Ordu Komutanlığı’na atanan Esat Paşa’nın ayrılmasından sonra) gitgide bozuldu. Mustafa Kemal’in genel olarak Alman subaylara karşı olan tavrının bunda etkisi büyüktür. Sonuç olarak Mustafa Kemal, Anafartalar grup komutanlığını Fevzi (Çakmak) Bey’e devrederek yarımadadan ayrılır. İki yıl sonra 7. Ordu’dan ayrılırken de yerine Fevzi Çakmak atanacaktı. İstanbul’da iken 16. Kolordu komutanlığına atandığı haberini aldı. Kolordunun Kurmay Başkanı İzzettin Bey günlüğüne, Edirne’de Selimiye Camii’nde Cuma namazı sonrası yolları hıncahınç dolduran ahalinin, “Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Bey” pankartları açtığı notunu düşecekti. Çanakkale’nin en başarılı komutanlarından biriydi. Savaşın başından beri, başka hiçbir yarbay onun gibi, kolordudan daha büyük bir kuvveti yönetebilir konuma gelmemişti.
DİYARBAKIR – BİTLİS – SEKRAT
Çanakkale Muharebeleri’nin yarattığı zafer havası Rusların Doğu Cephesi’nde ilerlediği haberleriyle kaybolmuştu. 1916, Doğu Cephesi açısından kara bir yıldır. 3. Ordu’nun başına âdeta bela olan Çarlık Rusya’sının başarılı generallerinden Yudeniç’in beklenmedik zamanda başlattığı kış harekâtı 3. Ordu’yu zor durumda bırakmış ve Erzurum düşmüştü. Çanakkale’deki 2. Ordu birliklerinin peyderpey Doğu Cephesi’ne kaydırılması gündeme gelmişti. Komuta kademesinde de değişiklikler yapılmış Vehip Paşa 3. ve Ahmet İzzet Paşa da 2. Ordu komutanlığına atanmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın 16. Kolordusunun birlikleri değişmiş 5 ve 8. Tümen’in Muş ve Bitlis civarına kaydırılması gerekmişti. Neredeyse 100 km genişliğindeki Erzurum’dan yay çizerek Bitlis’e uzanan cephede amaç, 2. Ordu’nun kuvvetli bir sağ kanat taarruzu ile güneyden Erzincan’a ilerleyen Rusları sol taraflarından vurmak ve 3. Ordu’nun yükünü hafifletmekti.
Mustafa Kemal Paşa’nın kolordusunun ana amacı özellikle Bitlis ve Muş’u geri almak, Rusların sol kanatlarının daha içlere inmesini engellemekti. 10 Mart 1916’da Enver Paşa’dan gelen emirle atandığında daha varmadan bölgedeki 5. Tümen ile yazışmalara başlamıştı. 8. Tümen de geriden gelecekti. Emrinde ayrıca az sayıda subay ve askerden, ağırlıklı olarak yerel Kürt milislerden oluşan ve Çapakçur, Sin, Mutki Hacı Musa Bey, Silvan müfrezeleri adı verilen kuvvetler vardı. Bir müfrezenin başındaki subaya harp sahasını terk edenlerin derhal idam edilerek sonucun bildirilmesini emretmişti. 24 Mart 1916’da Diyarbakır’a vardığında, Kozma Dağı’ndan başlayan Kulp ve Lice’den inen vadiden muhtemel bir Rus ilerlemesine dikkat çekmişti. Çanakkale’deki Sazlıdere tartışmasında olduğu gibi bu sefer kendisine fazla itiraz edecek kimse yoktu. 17. Alay süratle oraya gönderildi. Diyarbakır’a varır varmaz ilk emirlerinden biri de mahallindeki en büyük mülkiye memurları dâhil müfrezelerin ihtiyacını karşılamak ve halkın moralini yüksek tutmak hususunda birliklerle iş birliği yapmak olmuştu. Yerel milislerle çalışmanın ne kadar zor olduğunu Libya tecrübesinden biliyordu. Başkumandanlık vekaletine bölgede milis kuvvetleri kurulmasının önemini yazmış, Derne’de tatbik olunan usulü önermişti: Cephane ve silahları kendilerinden olmak üzere, iaşe ve maaş. Böylelikle ahalideki silahlar da ortaya çıkmış olacaktı. Doğu Cephesi’nin sonraki yaşamını etkileyecek en büyük tecrübelerinden biri de kuşkusuz Dersim asileriydi. Daha görevinin ilk günlerinde 29 Mart 1916’da Perisuyu’ndan Palu’ya kadar ilerlemişler, 100’e yakın asker ve milisi şehit etmişler, daha sonra geri püskürtülmüşlerdi ancak ordunun gerisinde düşman bir unsur olarak kalmışlardı. Bu arada 8 Nisan 1916’da mirlivalığa (tuğgeneral) yükseldi. İlk planda 5. Tümen’in Bitlis’e giden boğazın her iki yanından ilerlemesi, diğer bölgelerde ise Rusların en azından ilerlemesinin durdurulması amaçlanmış görünüyor. Bölgeye dört bir yandan asker kaydırılmaya devam ediliyordu. Ancak 1916 şartlarında bu hiç kolay değildi. Pozantı’ya inen bir 2. Ordu askerinin Resulayn yoluyla bazen yürüyerek, bazen de trenlerle Diyarbakır’a ulaşması bir ayı buluyordu. 16. Kolordu’nun diğer tümeni buraya Mayıs’ta ulaşabilmişti. 3. Ordu cephesi için bu süre Ulukışla’dan itibaren ortalama kırk gündü. Süre uzuyor, Ruslar Doğu Anadolu ve Kuzeybatı Anadolu’nun çok büyük bir bölümündeki kontrollerini artırıyorlardı. 3 Mayıs’ta Polonyalı bir asker iltica etmiş, Rusların konuşlanmaları hakkında çok değerli bilgiler vermişti. 16. Kolordu’muzun karşısında Ermeni taburlarla takviye edilmiş 4. Rus Kolordusu vardı.
Mustafa Kemal Paşa 14 Mayıs 1916’ten itibaren resmen Ahmet İzzet Paşa’nın 2. Ordusunun emri altına girdi. Yaz boyunca Mustafa Kemal Paşa hem Bitlis hem Muş’u çevreleyen mevzileri teftiş etti. 2. Ordu yığınağı yavaş yavaş düzene girmeye başlamıştı. Milislerle tutulan Çapakçur-Palu arası artık düzenli birliklerle takviye edilmişti. 14 Temmuz 1916’da Rus General Yudeniç’in Nuri (Conker) Bey’in 8. Tümen’inin tuttuğu Kulp Vadisi’ne saldırı emri verdi. 25 km kadar çekilmek zorunda kaldılar. Conkbayırı kahramanlarından Yarbay Recai Bey burada şehit düşmüştü. Muş’a saldırı artık hayal mi olmuştu? Kurmay Başk. Bnb. İzzettin Çalışlar “Düşman, Kulp boğazını kapamaktan ibaret olan maksadına erişmiş ve öteden beri korktuğum durum ortaya çıkmış.” diye yazdı günlüğüne.
1916 Temmuz’u sonlarında Rus 4. Kolordusunun 2. Ordu cephesi Çapakçur bölümüne saldırması Muş ve Bitlis’teki kuvvetleri için bir fırsat doğurmuştu. Mustafa Kemal 5. Tümen komutanının Bitlis’e saldırı için 5 günlük hazırlık isteğini reddetti. 5. Tümen komutanı gelişmeler hakkında sık sık bilgi isteyen raporlardan o kadar bunalmıştı ki “Bu kadar sık rapor istemeyin.” diye yazmak zorunda kaldı. Bitlis’e 5. Tümen, Muş’a da 8. Tümen girmiş; bu, uzun zamandır kötü giden Doğu Cephesi’ne müthiş bir moral olmuştu. Binbaşı İzzettin Bey 8 Ağustos 1916’da günlüğüne şöyle yazdı:“Kolordumuz Muş ve Bitlis’i almakla hakikaten önemli bir vazifeyi yerine getirdi. Vazifesini bu cephede en iyi şekilde yapan kolordumuzun daha büyük başarılara ulaşmasını ve başarısının devam etmesini dilerim.” Ancak şiddetli çatışmalar devam ediyordu. Rusların 4. Kafkas Kolordusu 17 Ağustos 1916’da tüm 2. Ordu cephe hattı boyunca saldırıya geçmiş, geçici olarak 16. Kolordu’ya bağlanan 7. Tümen’in Solhan yakınlarında Buğlan gediği civarındaki başarısızlığı belli ki M. Kemal Paşa’yı çok kızdırmıştı (Çanakkale’den de tanıdığı tümen komutanı Albay Halil Bey daha önce düşman yığınağı konusunda uyarılmıştı çünkü.) Onu Divan-ı Harb’e vermekte hiç tereddüt etmeyecekti. Ordudan gelen geri çekilmenin eleştirisine ricat kararının yerinde olduğunu, o günkü askerî durumda bunun dışında bir karar vermenin mümkün olmadığını, bu hâlin takdir yetkisi ve her türlü sorumluluğunun kendisine ait olduğunu bildirmişti. Ahmet İzzet Paşa İstanbul’a gittiği için 2. Ordu’ya vekalet etmeye başlamış, çok şiddetli geçen 1916 sonu kışı nedeniyle ordunun bir kısmını Murat Nehri’nin gerisine çekmiş, karargâhı Sekrat’tan Diyarbakır’a almıştı.
Şubat 1917 içerisinde acilen Halep’e çağrıldı. Enver Paşa ve Cemal Paşa, isyan eden Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Abdullah tarafından Medine garnizonunun kuşatma altına alınmasından ve Fahrettin Paşa’nın içine düştüğü durumdan son derece rahatsızlardı. Hicaz garnizonu tahliye edilmeli, Filistin savunması güçlendirilmeliydi. Tahliye operasyonunun 90 gün süreceği hesaplanıyordu. Hattın güvenliği de sağlanmalıydı. Mustafa Kemal Paşa Hicaz ve Maan’daki birliklerin yönetiminin kendisine verilmesi gerektiğini savundu. Tahliye işi için Medine’ye gitmeyi reddetmiş, bunu Fahrettin Paşa’nın organize etmesi gerektiğini söylemişti. Fahrettin Paşa’nın kalmaktaki ısrarı ve çekilmenin İslam dünyasında doğuracağı olumsuz etkiler dikkate alınarak Medine’nin tahliyesinden vazgeçilmişti. Mustafa Kemal Paşa, 13 Mart 1917’de tüm 2. Ordu birliklerine “Allah’ın yardımı ve beni seven kalplerin sevgi ve güvenine dayanarak başarılı olacağımıza tam bir inançla, 2. Ordu’nun emir ve komutasını üzerime aldım. Sayın komutan ve bütün kahraman silah arkadaşlarımı saygı ve samimiyetle selamlarım.” mesajını gönderdi. Artık bir ordu komutanıydı. İleri gelen mülki amirlerle sürekli toplantılar yaptı. Halkın durumunu da yakından görme imkânı buldu. Daha sonraki yıllarda, toplumun modernleşmesine dair düşüncelerinin gelişmesinde Doğu Cephesi’nde yaşadıklarının rolü büyüktür.
TELEŞŞERİA – HALEP – İSTANBUL
1916 yılı sonundan itibaren Llyod George’un başbakan olmasıyla Britanya hükûmetinin Orta Doğu’daki savaş politikası değişmiş, Filistin ve Mezopotamya cephelerinde birbiri ardına saldırılar başlamıştı. Sina’daki sınır karakollarını Magdaba’dan Refah’a ele geçiren İngiliz birlikleri Gazze önlerinde geri püskürtülmüş, Irak’ta ise Maude’nin başarıları sayesinde Felahiye-Şamran hattı yarılmış, bir türlü toparlanamayan 6. Ordu’ya bağlı 18. Kolordu Bağdat’ı da terk etmek zorunda kalmıştı. 1917’nin ilk çeyreğindeki bu hareketlilik sonucunda Türk genel karargâhının stratejisinde değişiklik işaretleri görülmeye başlandı. 1917 yılının Haziran ayı ortalarında Mustafa Kemal Paşa ve yeni düzenlemede Kafkas Orduları komutanı olan Ahmet İzzet Paşa, Bolşevik Devrimi ile birlikte stabilleşen Doğu Cephesi’ndeki birlikleri teftiş ederlerken, Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından acilen Halep’e çağrıldılar. Enver Paşa Filistin Cephesi’ni denetledikten sonra, ordu komutanlarının katılımıyla 24 Haziran 1917 tarihinde Halep’te bir toplantı tertip etmişti. Toplantı öncesi Filistin cephe hattına gidilerek Teleşşeria mevzileri (şimdilerde İsrail’in Rahat şehrinin güney banliyösü) gezildi. Halep toplantısına Kafkas Ordular Grubu Komutanı Ahmet İzzet Paşa, 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa, 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 6. Ordu Komutanı Halil Paşa, Başkomutanlık karargâhından Bronzart Paşa, Mahmut Kâmil Paşa ve aralarında Almanların da bulunduğu ordu kurmay başkanları katılıyordu. Enver Paşa Bağdat’ı geri almak için General Falkenhayn’ın komutasında Yıldırım Ordular Grubu kurulduğunu açıkladı. Mustafa Kemal Paşa komutasında yeni kurulacak 7. Ordu; Halil Paşa’nın komutasındaki 6. Ordu ve tam teçhizatlı bir Alman birliğinden oluşacak, ünlü Alman General Falkenhayn’ın komuta edeceği bu grup Bağdat üzerine gönderilecekti. Yıldırım’ın çekirdeğini oluşturacak Alman Asya Kolu, kolordu düzeyinde beklense de 701, 702 ve 703. taburlar ve destek birliklerinden oluşan tugay büyüklüğünde bir birlikti.
Öyle görünüyor ki Halep toplantısının amacı görüş almaktan ziyade alınmış bir kararı ordu komutanlarına tebliğ etmekti. Avrupa cephelerine gönderilen birliklerin geri çağrılması, Almanlardan da sadece teçhizat ve cephane değil birlik olarak da takviye istenmesi, Halep’in toplanma yeri olarak seçilmesi, 7. Ordu’nun kurulması… Hedef öncelikle Bağdat’ın geri alınmasıydı. Tabiatıyla bu radikal değişiklik diğer ordu komutanlarının farklı derecelerdeki itirazlarına yol açacaktı. 1917 başından beri sürekli İstanbul’dan askerî ve ekonomik takviye isteğinde bulunan, Suriye-Filistin vilayetlerini de yarı bağımsız bir şekilde yöneten Cemal Paşa tahmin edileceği gibi Yıldırım’ın kuruluşundan ziyadesiyle rahatsızdı. Bağdat hedefi yanlış bir hedefti. Filistin’de iki kere Gazze önünden püskürtülen İngilizlerin tekrar saldıracakları belliydi. Türk ordusunun son ihtiyatlarının Bağdat için kullanılması felakete neden olabilirdi. Enver Paşa Yıldırım’ın Filistin’de kullanılmasına razı olsa da sorun yine de bitmemişti. Cemal Paşa yetki alanları sorununu çözmek için İstanbul’a geldi. Kendisine Arabistan ve Suriye Umum Valisi gibi gösterişli bir unvan verilerek sorun çözüldü. Gazze-Birüssebi hattının da dahil olduğu Kudüs sancağı Yıldırım’ın sorumluluğuna verilecek; Yıldırım Orduları, yeni düzenlemede Alman Asya Kolu, Mustafa Kemal Paşa’nın atandığı 7. Ordu ve von Kress Paşa’nın yeni düzenlenen 8. Ordu’sundan oluşacaktı. Yıldırım’ın kuruluş döneminde İstanbul’da olan Mustafa Kemal Paşa görev yeri Halep’e giderken 18 Ağustos 1917’de Pozantı’da Cemal Paşa ile görüştü. Belli ki Cemal Paşa’yı Falkenhayn ve Yıldırım’ın yönetimiyle hususundaki rahatsızlığıyla ilgili destekliyordu. Halep’e geldiğinde Mareşal Falkenhayn’ın kendisinden habersiz bölgedeki aşiretlere Alman subayları gönderdiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa bu durumu yazılı olarak protesto etti. Protestonun bir örneğini de Enver Paşa’ya gönderdi. Almanların Orta Doğu’da Osmanlılardan ayrı olarak Kürt ve Arap aşiretlerle bağlantı kurmaya çalıştığı biliniyor (Hatta Mustafa Kemal Paşa bunu bizzat Falkenhayn’ın kendisine söylediğini belirtmişti.). Falkenhayn Paşa Yıldırım Orduları iç yazışmasını neye dayanarak başkumandan vekiline de gönderdiğini sorduğunda, “aşiret işleri” konusunda Başkomutanlığa bilgi vermekle yükümlü olduğunu ve daha önce de böyle yaptığını söylemiştir (Doğu Cephesi’nde de bölgedeki Kürt aşiretlerinden destek konusunda Enver Paşa’ya önerilerde bulunmuştu). Bu kriz, fitili ateşledi. Yazışmalardaki sert ton giderek daha da yükseldi. Mustafa Kemal Paşa o gerginlikle 20 Eylül 1917’deki o ünlü raporunu yazdı. Dolayısıyla bu meşhur raporun öncesi ve sonrasındaki olayları ve hangi bağlamda yazıldığını bilmek gerekli. Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Hükûmeti’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları, rüşvet, yolsuzluk, suistimal gibi problemleri de gözler önüne seren, Filistin Cephesi’ndeki birliklerin Alman komutanların yetkilerinin sınırlanmasına dair önerileri içeren mektubunu hem Enver Paşa hem de Talat Paşa’ya gönderdi. Filistin Cephesi önem kazanmıştı. İngiltere Süveyş ve Akdeniz’in temini için Türkleri buradan tecrit etmeye çalışıyor, kendine bağlı bir İslam dünyası ve Filistin’de nüfuzuna tabi bir Hristiyan devleti amaçlıyordu. “Almanların ise imtidad-ı harpten istifade ederek bizi müstemleke durumuna düşürme tehlikesi vardı. Bütün Suriye ve Hicaz şimdiye kadar olduğu gibi her hususta bir Müslüman Osmanlı’ya ait olmalı ve bunun tahtı emrinde olarak Sina cephesi harekâtını Müslüman bir Osmanlı deruhte etmeliydi.” Mektuptaki dikkat çeken noktalardan biri de tek bir askerin dahi hayatının önemli olduğunun belirtilmesiydi. “Size Ölmeyi Emrediyorum” emrinden iki yıl sonra kurulan bu cümle önemli bir dönüşümü gösteriyordu. Enver Paşa ise durumu bildiğini, hem Falkenhayn’ın hem Mustafa Kemal Paşa’nın başarılı olacağına inandığını belirtmiştir. Falkenhayn’ın 7. Ordu’yu lağvettiğini açıklaması Mustafa Kemal Paşa’nın görevden affını isteme nedenidir. Sonuçta izinli olarak İstanbul’a dönmesine müsaade edilmiş, tıpkı Çanakkale’de Liman Paşa ile yaşadığı kriz sonrası olduğu gibi yerine Fevzi Paşa atanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın ülkenin sadece askerî değil sosyal meseleleri hakkında da bulunduğu mahfillerde görüş belirttiğini, ancak bunun pek hoş karşılanmadığını biliyoruz. 20 Eylül 1917 tarihli Başkomutanlık Vekaletine yazdığı mektuba verilen cevaba bir de bu gözle bakılmalıdır.
Şükrü Hanioğlu, 1917’nin ikinci yarısından sonra Falkenhayn mektubu ile patlak veren krizi daha çok Cemal Paşa-Mustafa Kemal Paşa ikilisinin Enver Paşa’ya karşı darbe girişimi olarak değerlendiriyor. Bu görüşe katılmıyorum. Mustafa Kemal Paşa Falkenhayn hakkında sadece bir mektup yazmadı. Kriz, aşiretlerle iletişim konusunda çıktı. Konjonktürel olarak Cemal Paşa da Falkenhayn’ı sevmediği için Mustafa Kemal Paşa’nın yanında durmuş görünüyor. Enver Paşa ise Almanya ziyareti bahanesiyle belli ki Paşa’yı uzaklaştırmak istedi. Yakup Cemil’in darbe girişimin kanıtlandığı ve asılmasına giden süreçte İstanbul’da söylentiler devam ediyordu. Bu konuda hatırat tipi kaynaklar olsa da çoğu sonradan yazılmış hatıratlardaki bu tip darbe dedikodularına ihtiyatlı yaklaşmak gerekli. En ilginçlerinden biri, yaveri Şükrü Tezer’in, İsmail Hakkı Paşa’nın Yıldırım kurulurken Mustafa Kemal Paşa’ya cumhuriyet ile ilgili görüşlerini sormasını Enver Paşa’nın İsmail Hakkı Paşa aracılığıyla ağzını araması olarak görmesi. Oysa bazen en basit temel gerçekleri göz önüne almak yeterlidir. Zamanında İttihat Terakki’nin en önde gelen fedailerinden biri ve yakın arkadaşlarından olan Yakup Cemil Bey’in idamını onaylamış, tüm gücü elinde tutan Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ile ilgili darbe konusunda somut bir kanıt bulsaydı ne yapacağı açıktır. Ancak belli ki söylentilerden dolayı İstanbul’dan ve silahlı güçlerden uzak olmasını daha uygun görmüştür. O dönemde Veliaht Vahdettin Efendi’nin yanında Almanya gezisine gitmesi ve daha sonraki süreçte de hastalanması, onun İstanbul’dan uzak tutulmasının izahını kolaylaştırmıştı.
Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı kıskandığı, çekemediği vs. gibi yorumlar hatalıdır. Bir başkumandan daha düşük rütbeli birini neden kıskansın? İttihat Terakki Merkez yönetimi ile Mustafa Kemal Paşa’nın arasında soğukluk olduğu bir vakıadır. Ancak bu askerlik kuralları içerisinde hiçbir zaman Mustafa Kemal Paşa’nın aleyhinde olunmamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın terfilerinin engellendiği de doğru değildir. Tam tersi, kurmay yarbay olarak girdiği Çanakkale Muharebeleri’nde Haziran 1915’te albay, bir yıl sonra Nisan 1916’da da Doğu Cephesi’nde tuğgeneral olmuştur. Başarılıdır ve hak ettiği rütbelere gelmiştir.
BAD KRUEZNACH – HOCHKÖNİNGSBURG – BERLİN
19 Aralık 1917’de Bad Krueznach kasabasındaki Alman orduları genel karargâhında Kaiser Wilhelm II , Hindenburg ve Ludendorff’la buluşma, gezinin en önemli ayağıdır şüphesiz. Kaiser Wilhelm II, Mustafa Kemal Paşa’yı “16. Kolordu, Anafartalar!” diye tebrik ederek tanımıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın anlattığına göre Ludendorf kendisiyle pek ilgilenmemiş, sorularına kısa ve kaçamak cevaplar vermişti.Mustafa Kemal Paşa Veliaht Vahdettin Efendi’ye Türkiye’nin genel durumu hakkında Almanya ileri gelenlerine daha açık konuşması yönünde sürekli telkinde bulunmuştu. On gün önce İngilizlerin eline geçen Kudüs, muhtemelen kimsenin söz açmak istemediği tatsız bir konuydu. Ancak görüşmedeki bir ayrıntı dikkatimizi çekiyor. Hindenburg Türkiye’nin fedakârlığını övmüş; Türk ordusunun Suriye’deki konumunun, Kafkas Cephesi’nden bir süvari tümeni gönderilmesiyle düzeldiğini söylemişti. Alman ordusunun başkomutanının hem gerekesiz hem yanlış olan böyle bir ayrıntıyı bilmesi ilginç. Mustafa Kemal Paşa bu süvari tümenini 2. Ordu komutanı iken kendisi kurmuştu ama bu, gerçek anlamda bir süvari tümeni olmaktan uzaktı. Suriye’deki durum da bir süvari tümeni üzerine konuşulamayacak kadar ciddi idi. Mustafa Kemal Paşa, “Benim söylediğim sözler sizin aldığınız raporlara uymayabilir.” demişti. “Suriye’de vaziyet düzelmiş değildir. Bunu kabul ediniz. Sonra siz önemli bir taarruz yapıyorsunuz. Zannetmem ki buna çok bağlamış olasınız. demiş, hedeflerini sormuştu. Sofrada buz gibi bir hava esmiş olmalı. Gazi’nin kendisi de şampanyanın verdiği rahatlıkla açıklar bu durumu. Her hâlükârda Mustafa Kemal Paşa’nın bu gezide Almanlara olumsuz bir seyir izleyen meseleleri hissettirmeye çalıştığı açıktı. Veliaht Vahdettin Efendi’nin ise bu durumu yansıtmaktan uzak olduğu anlaşılıyor. 20 Aralık 1917’de heyet Strasburg’a geçti.
Hochköningsburg kasabası ile Colmar şehri arasında Bavyeralı Alman birliklerinin konuşlandığı siperleri Veliaht Vahdettin Efendi ile birlikte ziyaret ettiler. Söz konusu cephe, Fransız 4. Ordusu karşısındaydı. Savaşın başından beri pek değişmediğini, o dönemde de orta Fransa düzlükleri ve Flandre aksine sakin olduğunu belirtmek gerekli. Muhtemelen sakinliği nedeniyle ziyaret için en uygun yer olarak düşünülmüştü. Mustafa Kemal Paşa’nın ifade ettiğine göre bölgedeki Alman komuta heyeti zorluklardan, adam yokluğundan süvarileri bile piyade olarak kullandıklarını belirtmişlerdi, kendisi de bir ağaca çıkıp gözlemde bulunmuştu. Alman korgeneral kendisinin Türkiye’de kolordu yönettiğini öğrenince çok şaşırmıştı. Aynı gün öğleden sonra, bugün bile ihtişamıyla göz kamaştıran Hochköningsburg kasabasındaki şatoda çaylar içilmişti. Yine aynı günün akşamı Strasburg valisinin verdiği yemekte valinin Ermeni meselesi konusundaki eleştirel tavrı üzerine soğuk hava esmiş, Mustafa Kemal Paşa’nın sinirlerini gerilmiş, valiyi terslemişti. Essen’e özel trenle geçilip 22 Aralık 1917’de Krupp fabrikaları görülmüş, ertesi gün Berlin’e dönülmüştü. Berlin’de İttifak üyesi ülkelerin gazetecileriyle düzenlenen basın toplantısında Veliaht Vahdettin Almanya’yı ve İttifak’ı övmüştü.
Mustafa Kemal Paşa’nın Berlin dönüş yolunda Veliaht Vahdettin’e tıpkı Alman prensleri gibi Ordu komutanlığına geçmeyi önermesi, az tartışılan konulardan biridir. Boğazlardan sorumlu, Ege bölgesinin büyük kısmını elinde tutan 5. Ordu’yu yönetmesini, kurmay başkanlığa kendisinin getirilmesini teklif etmiş, görünüşe bakılırsa Veliaht Vahdettin Efendi bu görevi fazlasıyla cüretkâr olacağı için reddetmişti. Mustafa Kemal Paşa bu vesileyle, muhtemel savaş sonrası ağırlıklı olarak Anadolu’da bulunan bir ordunun kontrolünü istemiş olabilir mi? Her hâlükârda müstakbel padişahı kaybedilecek bir savaş konusunda uyarmak istediği açık. Ancak Vahdettin’in kendisini hayal kırıklığına uğrattığı da ortadadır. Mustafa Kemal Paşa’nın Falih Rıfkı’ya verdiği röportajların, gücün tamamen eline geçtiği Cumhuriyet döneminde yapıldığını, klasik bir soru-cevap iletişiminden ziyade dikte ettirildiğini de unutmamak gerekiyor. Almanya gezisiyle ortaya çıkan bir kanaat varsa o da Almanlarla iş birliğine en başından beri soğuk bakan Mustafa Kemal Paşa’nın artık onların da bu savaştan yenik çıkacağına inanmasıydı.
İstanbul’a döndükten sonra 1918’in Mart sonlarında Ruşen Eşref’e verdiği röportaj, Yeni Mecmua’nın fevkalade nüshasında derginin müdürü Küçük Talat (Muşkara)’ın da onayıyla sansürsüz yayımlanmış, tek bir kişinin reklamı yapılıyor gerekçesiyle de bir süre sonra dağıtımı durdurulmuştu. O sırada böbrek sancıları da tutan Mustafa Kemal Paşa tedavi için bu sefer Viyana’ya, oradan da Enver Paşa’nın da onayıyla şimdi Çekya Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Karlovy-Vary (Karsblad)’a kaplıca tedavisi için gitti.
VİYANA – KARLSBLAD – İSTANBUL
Viyana’dan kaplıca tedavisi için Karlsblad’a geçtiğinde çeşitli nedenlerle buraya gelmiş tanıdıklarla karşılaştı. Alman yazar Thomas Mann meşhur Büyülü Dağ romanında, tedavi için İsviçre Davos’ta bir sanatoryumda uzun süre kalanların Avrupa tarihi, kültürü, bilimi, sanatı konusundaki tartışmalarını anlatır. Karlsblad’daki asker ve sivil ileri gelen ailelerin oluşturduğu diasporada, Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı tartışmalar da bu ünlü romanı andırıyor doğrusu. Bir yemekte sofradakilere “Kumandanların en büyük cesareti, mesuliyetten korkmamalarıdır.” demişti. “Namuslu ve izzet-i nefis sahibi bir kumandan için ölüm hiçbir vakit varid-i hatır olmaz, onu düşündüren icraatının isabet ve adem-i isabetidir. Bilakis, ricat manevrası için kumanda da pek büyük isabet-i karar, nüfuz-i nazar olmak lazımdır.” diyecek, Temmuz ortasında 8. fırkanın kayıp vermeden Lice Vadisi’nde nasıl geri çekilebildiğini anlatacaktı. Birinci Dünya Savaşı’ndaki en önemli tecrübelerinden birinin orduyu korumak olduğunu, savaşın sonlarına yaklaştıkça bunun hayatiyetinin bulunduğunu anlıyoruz. Filistin’de, Kurtuluş Savaşı’nda Kütahya-Eskişehir muharebelerinde aldığı kararlar hep bu düşüncenin eseri değil miydi? Tanıştığı Matmazel Brandner’e Enver Paşa’yı ve Osmanlı ordusunun Cihan Harbi’ndeki performansını övmüş, İttihatçı gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey ile Almanların son taarruzun başarısız olmasının etkilerini konuşmuşlardı.
Ağustos başında İstanbul’a döndü. O sessiz, sözünü dinleyen veliahdın padişah olduktan sonra nasıl değiştiğini görmüş, birkaç kez konuşma çabası gösterdiyse de sonuç vermemişti. Çok geçmeden yine Filistin’deki 7. Ordu’ya atandığını haber aldı.
NABLUS – DERAA – HALEP
Osmanlı Ordusu’nun Filistin savunmasını üstlenen Yıldırım Ordular Grubu cephe hattı 1918 ortalarında şimdi Ürdün’ün başkenti olan Amman’dan başlıyor, Yafa şehrinin biraz kuzeyinden geçerek Akdeniz’e uzanıyordu. Yaklaşık 90 km’lik hattı, muharebe gücü çok zayıf, teçhizat açısından ciddi eksiklikleri olan mevcutları neredeyse tümen büyüklüğünde, 7000-8000 arasında değişen üç ordu tutuyordu. Cevat Paşa komutasındaki 8. Ordu karargâhı Tulkarem’deydi. Bu ordu sahilden Broqin’e kadar sorumluydu. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu mıntıkası ise Broqin’den Şeria Nehri’nin biraz batısına kadar uzanıyor, Albay İsmet Bey (İnönü)’in 3. Kolordusu Mezra güneyi-Luban güneyi, Ali Fuat Paşa (Cebesoy)’nın 20. Kolordusu ise Sencil’den Şeria Nehri’nin biraz batısındaki El Baralat’a kadarki alanı tutuyordu. 7. Ordu’nun konuşlandığı bölge Samaria tepelerinin olduğu, rakımı 800 metreyi bulan, labirent gibi vadilerden oluşan, nispeten ilerlemenin zor olduğu arazi yapısına sahipti. Yıldırım Ordular Grubu’ndan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu’nun karargâhı Nablus’ta, bağlı 3. Kolordu’nun Cemain’de, 20. Kolordu’nunki ise Mecdel el Fadıl’daydı. Türk hatları Farha-Amuriye-Duma-Şeria Nehri’ne kadar uzanıyordu. Nablus-Ramallah-Kudüs yolu kolordular arası sınırdı.
Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanı Allenby’nin amacı süvari tümenleriyle Türk ordusunun gerisine sarkmak, Şeria ırmağı çıkış noktalarını tutarak 8 ve 7. Ordu’yu Filistin’de imha etmekti. Ana saldırıdan üç gün önce iş birliği içerisinde oldukları Emir Faysal bölgedeki tüm aşiretlere Kuzey Arap ordusuna katılım çağrısı yapacak, Lawrence’ın da içinde olduğu Bedevi kuvvetleri Deraa ve çevresindeki Hicaz demiryolu istasyonlarına baskınlar düzenleyecek, Liman Paşa elindeki ihtiyatları kullanmak zorunda kalacaktı. 18 Eylül 1918’de 7. Ordu cephesi ateş yağmuruna tutulmuştu. Günümüzde Batı Şeria bölgesinde İsrail’e bağlı Ariel Üniversitesinin olduğu bölgede konuşlanmış 3. Kolordu birliklerine 800’e yakın top atışı yapılmış, Nablus-Ramallah yolunun iki tarafındaki 7. Ordu mevzilerine İngilizlerin saldırısı olmuş, göze göz, dişe diş çarpışmalar yaşanmıştı. Aralarında Arap kökenli askerlerin ağırlıkta olduğu 78. Alay da dâhil 20. Kolordunun tüm alayları el Mughar, Duma’da kahramanca direndiler. 169. Alay’a gaz saldırısı yapıldı. (İngiliz kaynakları bahsetmez) İngilizlerden esir bile alınmıştı.
19 Eylül’de Allenby sahil tarafındaki 8. Ordu mevzilerine sabaha karşı ağır bir bombardıman başlatmış, sonrasında 21.Kolordu ile saldırıya geçmiş, Avustralyalı süvari birlikleri de açılan gedikten hızla ilerleyerek Nasıra’daki karargâhı hedeflemişlerdi. 8. Ordu cephesinin çöktüğünden Nablus’taki karargâhın 19 Eylül sabahı haberi olmuştu. Mustafa Kemal Paşa elinde kalan son ihtiyatları Nablus’un doğusunda tutuyordu. 8. Ordu’nun durumu giderek kritikleşiyordu çünkü. Öğleye doğru 4. Ordu’dan süvari yardımı istendiği bildirilse de gelen giden yoktu. 4. Ordu’nun dikkati çekildi. Allenby’nin saldırısından en çok etkilenen 8. Ordu’nun büyük kısmı imha olmuş, binlerce kişi esir düşmüştü. İngiliz ve Hint birlikleri 7. Ordu’nun geri hatlarını tehdit etmeye başlamıştı. 7, 19, ve 20. tümenlerin büyük kısmı yok edilmişti. 16. Tümen ve von Oppen’in Alman Asya kolu birlikleri ise direnmeye çalışıyordu.
Cephenin bir hayli gerisindeki Cenin, Afula ve Yıldırım Orduları karargâhının bulunduğu Nasıra’nın basıldığı haberini de almış olan Mustafa Kemal Paşa ordunun arkadan da çevrilerek imhasını/teslim olmasını önlemek için 20 Eylül saat 13.45’te tarihî geri çekilme emrini vermek zorunda kalmış, kendisi ve karargâhı saat 18.00 gibi Nablus’tan ayrılmıştı. Avustralyalı süvariler Şeria Nehri’nin en önemli geçiş noktalarını tutmuş ya da tutmak üzereydiler. 7. Ordu karargâhının, Ali Fuat Paşa ve Albay İsmet Bey komutasındaki kolorduların hedefi Vadi Fara yoluyla Şeria Nehri’ne ulaşmaktı. 1. Tümen Komutanı Hans Guhr, genel ricat emrinin kendilerine saat 21’de ulaştığını belirtiyor. Mustafa Kemal Paşa günümüzde bazı çevrelerce gündeme getirilen Cevat Rıfat Atilhan’ın “Filistin’de 7. Ordu haber vermeden kaçtı” iddialarının tam tersine , ana saldırının başlamasından 33 saat 15 dakika, 18 Eylül’deki saldırıdan ise iki gün sonra genel ricat emrini vermiş, karargâhın Nablus’u boşaltması akşam saatlerini bulmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın 7. Ordu birlikleri Nablus çevresinde, Samaria tepelerinde kahramanca çarpışmış, tepeler savunulmuş, İngilizlere kayıplar verdirilmiştir. Muharebe incelendiğinde dağlık bir arazide konuşlanmış 7. Ordu birliklerinin İngilizler karşısında hemen çekilme bir yana büyük bir özveriyle mücadele ettikleri, karşı koydukları görülmektedir. 7. Ordu’nun çekilme kararı almasında tamamen onların haricindeki faktörler etkili olmuştur.
Karargâhını Beyt Hasan’a aldıran Mustafa Kemal Paşa da İngiliz uçaklarının saldırısına uğramıştı. 7. Ordu Kurmay Başkanı Albay Sedat (Doğruer)’a göre Mustafa Kemal Paşa yürüyüş kolunun emir ve kumandasını bizzat üstlenmiş, yürüyüş düzenine uymakta en küçük bir kusuru olan, yolun uzamasına neden olan subay ya da nefer kim olursa olsun acımadan idam edileceğini beyan etmişti. “Ordu kumandanının sözünün eri olduğunu bilmeyen yoktu.” 3 ve 20. kolordulara emirler gitmiş, tüm ağırlıklarını geri bırakmaları istenmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın amacı iki kolordusunu da Vadi Fara kuzeyine almak, Şeria Nehri’ni geçtikten sonra şimdiki Ürdün topraklarındaki Aclun-İrdib üzerinden Der’a’ya ulaşmak ve burada bir savunma hattı kurmaktı. Ancak Vadi Fara çıkışının tutulma riski nedeniyle Beyt Hasan boğazı yoluyla kuzeye sapılacak, Bisan yoluyla ya da nehirden bir geçiş bulunmaya çalışılacaktı. Bisan’a yakın Majami köprüsünün düşman tarafından tutulup tutulmadığı belli değildi. Mustafa Kemal Paşa 4. Ordu’dan, çekilmelerini güvenli hâle getirmek için Bisan’ın kontrol altına alınmasını tekrar rica etmişti. Nablus-Tubas-Bisan yolu ve Vadi Fara ve Beyt Hasan boğazı uçaklarca sürekli bombalandı. Sonunda 22 Eylül 1918 sabahı 7. Ordu karargâhı Şeria Nehri’nden karşıya geçebildi. Evlun’da aşiret reisi Şeyh Mahmud’un geri çekilen 7. Ordu’ya büyük yardımda bulunmasını Kurmay Başkanı Sedat Bey minnetle anmaktadır. Enver Paşa’nın emriyle 8. Ordu’dan von Oppen kıtalarını, 4. Ordu’dan 3. Süvari Tümeni ve 24. Tümen’i de emri altına aldı. el Müzeyrib-Deraa hattında savunma hattı kurmak temel hedefti.
Mustafa Kemal Paşa’nın maiyeti, karargâhı ile ağır kayıplar vererek çekilen Mersinli Cemal Paşa’nın 4. Ordu karargâhı ve ordusu imha edilmiş Cevat Paşa 26 Eylül’de Deraa’da buluştular. Bu buluşma cephenin çökmesinden sonraki ilk kriz toplantısıydı. Mustafa Kemal Paşa Mersinli Cemal Paşa’ya birliklerin tamamen dağıldığını, bu yüzden kalanların tek komuta altında birleştirilmesini önerdi. Tartışmalı geçen toplantıda bu öneri Mersinli Cemal Paşa tarafından reddedildi. Herkes kendi başının çaresine bakacaktı. 7. Ordu birlikleri Şam’a doğru geri çekilirken 4. Ordu Deraa-Müzeyrib hattını tuttu. Ancak kısa bir süre sonra çekilme kararı alınacaktı. 29 Eylül 1918’de Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya çektiği telgrafta grup komutanından talimat alamaması ve ordu komutanının iş birliğine yanaşmaması nedeniyle birliklerini Kisve’ye kadar getirdiğini, daha sonra Liman Paşa’nın emriyle Cemal Paşa’ya bırakarak Rayak’a geçeceğini bildiriyor, Şerif Faysal ile anlaşılması gerektiğini yazıyordu.
Mustafa Kemal Paşa Lübnan’a geçmiş, 30 Eylül 1918’de Alman Albay von Oppen’in Asya kolundan ve 20. Kolordu’nun bazı birliklerinden ibaret Rayak’taki kuvvetlerin komutanlığına atanmıştı. Rayak’a geldiğinde Albay von Oppen’e hazırlık yapmadığı ve eksik bilgi verdiği için çok kızmıştı: “Albay, bu vatan elden gitmektedir. Bunun mesuliyetini üstlenmiş olanlar şüpheli bilgiler üzerine savunma kuramazlar!”
Durum giderek kritikleşiyordu. Mersinli Cemal Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri Şam’da da tutunamamışlardı. Mustafa Kemal Paşa Liman Paşa’ya tüm birliklerin toparlanmasına fırsat verilmesi gerektiğini, ancak bu düşmanla yakın temas devam ederken bunun bir türlü mümkün olmadığını yazdı. “Fahri Yaver” sıfatını 20 Eylül’den itibaren kullanmaya başlamıştı.
Rayak istasyonunu tahrip ederek Humus’a çekildiler. Humus’ta Yıldırım Orduları Komutanı Liman Paşa ile görüşüp Halep’e çekilmeye ikna etti. Kaotik çekilme sürecinde en ağır telgrafını 7 Ekim’de Padişah Vahdettin’e gönderecekti. Söz konusu telgraf Cevat, Enver ve Mersinli Cemal paşalar hakkında ağır hakaretler de içerir. Belli ki sinirleri yıpranmıştı. Bir an önce mütareke imzalanmasını öneriyordu. İstanbul’daki gelişmelerden tam olarak haberdar mıydı? Bilmiyoruz. Selanik’te Bulgar cephesinin çökmesi, General Milne kuvvetlerinin Trakya’ya doğru ilerlemesi sadece Babıâli’de paniğe neden olacaktı. Berlin’le irtibat kopmuştu. Kafkasya’daki Türk ordusunun ilerlemesi yüzünden bozulan Türk-Alman ilişkilerinin düzeltilmesi için gittiği Berlin’den dönen Sadrazam Talat Paşa, Bulgarların savaştan çekileceğini Sofya istasyonunda öğrenmişti. Şam’ın düştüğü 1 Ekim 1918 günü Almanya’nın İstanbul büyükelçisinin Babıâli’ye Almanya’nın Wilson ilkeleri çerçevesinde görüşmelere başlayacağını bildiren telgrafı geldi. İstanbul’da sadece hükûmet değil zihniyet de değişiyordu. Talat Paşa hükûmeti istifa etti. Ahmet İzzet Paşa ve ekibi artık ne olursa olsun barış yapılması gerektiği düşüncesindeydi. Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırı olma isteği reddedildi.
Halep’e gelen Mustafa Kemal Paşa tüm çekilen birlikleri toparlamak, şehrin savunması için hazırlamakla meşgul olmaya başladı.Yerel güçlerle ilişkilere her zaman önem verdiğinden bölgedeki iki büyük aşiret ile anlaşmaya çalıştı. Amaç artık toprak kaybını durdurmaktan ziyade elde kalan silahlı güçleri korumaktı. Avustralyalı ve Hint süvarilerden iki tümen, Şerif Faysal’ın kuzey ordusu ve bedevi kuvvetleri Halep’e yaklaşmaktaydı. 23 Ekim 1918’de Liman Paşa’ya İngilizlerin teslim teklifinin reddedildiğini yazdı. Ancak Suriye şehirlerinde yerel halkın yeni kurulan Şerif Faysal hükûmetine katılmak istedikleri, nümayişler yaptıkları öğrenilmiş, güvenlik sorunları baş göstermeye başlamıştı. Şerif Faysal, cephenin çok gerisinde Kilis’e bile kaymakam atamıştı! Halep’te de halkta huzursuzluk artıyordu. Falih Rıfkı Atay’a anlattığı Halep’te Bedevilerin arasında kaldığı sahne çarpıcıdır. Savaşın artık biteceğinin anlaşılması yeni düzenin işaretlerini de veriyordu. 1.500 bedevi doğudan Halep’e girerek hükûmet konağını işgal etmişti. Artık şehirde tutunmanın bir anlamı kalmamıştı. Müslimiye İstasyonu tahrip edilerek Katma’ya çekilme kararı alındı. 26 Ekim’de Halep’in kuzeyindeki saldırı püskürtüldü. 27 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa karar alınma aşamasında olunduğunu, Almanların emniyet içinde ülkelerine gitme isteklerinin birkaç güne cevaplandırılacağını yazdı. 7. Ordu savunma sınırı İskenderun-Beylan-Der Cemal den Tel Rıfat’a uzanan hat olarak belirlenmişti. 28 Ekim 1918’de Mustafa Kemal Paşa Kilis’e gitmiş, orada dokuz saat kadar kalmıştı. Kaymakam İbrahim Süreyya Bey ile hazırlıkları görüşmüş, karşılayanlar arasında Çanakkale’de yaverliğini yapmış bir askeri de görmüştü. Ayaklanmaya hazırlanan yerel Araplara karşı silahlanan gençlere de övgü dolu sözler söylemiş, milis grubu kurulmasını desteklemişti. Mondros imzalanırken Adana’da Yıldırım Orduları Komutanlığını Liman von Sanders’ten duygulu bir törenle devralıyordu. Cihan Harbi dört buçuk yıl içerisinde kendisi ve ülke için acı tecrübelerle sona ermişti işte. Peki ya her şey bitmiş miydi?
NOT: Bu makale, Türk Yurdu Dergisi, Kasım 2023 sayı 435’te yayınlanmış olup editöryal izin ile sitemize konulmuştur. Teşekkür ederiz.
Muharebe Anlatımlarında Kullanılan Temel Kaynaklar
Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi (BDHTH), V. Cilt, 2. ve 3. Kitaplar, Çanakkale Cephesi Harekâtı, İrfan Tekşüt, Necati Ökse Genelkurmay ATASE Askerî Tarih Yayınları, 1980.
BDHTH, II. Cilt 2. Kısım Kafkas Cephesi 2. Ordu Harekâtı, Fikri Güleç, Genelkurmay ATASE Askerî Tarih Yayınları, 1978.
BDHTH, IV. Cilt 2. Kısım Filistin Cephesi, Kâmil Önalp, Hilmi Üstünsoy, Kamuran Dengiz, Şükrü Erkal, Genelkurmay ATASE Askerî Tarih Yayınları, 1986.
BDHTH, VI. Cilt, Hicaz, Asir, Yemen Cepheleri ve Libya Harekâtı, Şükrü Erkal, Genelkurmay ATASE Askerî Tarih Yayınları, 1978.