GELİBOLU’YU ANLAMAK

25 Nisan 1915 Çıkarmaları Sırasında(Ertuğrul ve Tekke Koyları ile Arıburnu Sahillerinde)Türklerin Makineli Tüfekleri Var Mıydı?(2.Bölüm) (Gürsel Akıngüç)

Değerlendirme ve Sonuç


 


25 Nisan 1915 günü sabahı başlayan çıkarma harekâtını, Ertuğrul ve Tekke Koyları yamaçlarında ve çevresinde karşılayan 26’ncı Alayın 3’üncü Taburunun, makineli tüfekleri olup olmadığı konusunu, yukarıda sıralanan 20 madde kapsamında ele alıp sorgulamaya çalıştık. Elde ettiğimiz sonuç; 3’üncü Taburun savunduğu mevzilerin her hangi bir noktasında tek bir makineli tüfek olmadığı yönündedir.


Açıkça ifade ettiğimiz bu sonuç, 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu sahillerine çıkan Anzak kuvvetlerini karşılayan Türk askerlerinin de makineli tüfeklere sahip olduğu yönündeki iddialara da verilmiş bir cevap niteliğindedir.


 


Ancak yine de bu noktada, konunun başlangıç bölümünde değindiğimiz Peter Williams adlı yazara ait “Çanakkale Savaşı, Kanlısırt Muharebesi, 25 Nisan 1915” adlı eserde yer alan, Arıburnu ve civarında mevzilendirilmiş Türk makineli tüfeklerinin varlığına dair iddiasına da kısaca değinelim.


 


Peter Williams, Türk makineli tüfekleri konusundaki iddiasını, Kitap Yayınevi tarafından Şubat 2009’da Türkçe baskısı da yapılmış olan kitabının 102. sayfasında, şu şekilde dile getirmektedir:


 


“Osmanlı savunmasındaki en güçlü unsur, dört makineli tüfekti. Bu tüfek ateşini karalıkta düzgün yönlendirme şansının daha düşük olduğu, makineli tüfeklerin ise sabit ateş açabildikleri, havanın ilk aydınlanmasından hemen önceki dönem için özellikle geçerliydi.


 


Makineli tüfekler, güneye, Kabatepe’ye daha yakın bir yere yapılacak bir çıkarmaya göre, Arıburnu’nun kuzeyine yapılacak bir çıkarma için daha büyük bir tehlike arz edecek şekilde düzenlenmişlerdi.


 


Biri Balıkçı Damları’nda, biri Cesaret Tepe’de, biri Arıburnu’nda olmak üzere üçü kuzeye dönüktü. Güneyde, Kabatepe’de bulunan tek makineli tüfek, Z Kumsalı’na derinliğina ateş açabiliyordu. Birinci Sırt’ın daha ilerisinde, Cesaret Tepe’ye bakan (“?” Yüksek Sırt olmalı) bir diğeri muhtemelen sınırlı bir yay içinde ateş ederken, Arıburnu’ndaki bir diğerinin ateş hattı, Küçük Arıburnu yükseltisiyle kesiliyordu.


 


Dolayısıyla, ortada pek de “Allah’tan kuzeye çıkmışız” denecek bir durum yoktu.”     


 


Aslına bakılırsa Peter Williams’ın yukarıda yer alan ifadelerinde elle tutulur hiçbir nokta yoktur. Yine de bu iddialar ile ilgili olarak, aşağıdaki değerlendirmeleri yapabiliriz.


 


·   Anzak çıkarmasının gerçekleştiği Arıburnu ve yakın çevresindeki sahil kesimi, güneydeki Çam Tepe ile kuzeydeki Anafartalar Azmak Deresi arasında uzanan, yaklaşık 12 kilometrelik sahil şeridinin gözetleme ve savunulmasından 27’nci Alayın 2’nci Taburu sorumludur. Bu tabur; 27’nci Alayın kuruluşunda olmakla birlikte, harekât bakımından emirleri doğrudan 9’uncu Tümen Komutanlığından almaktadır.


 


Bu taburun kuruluşunda yer aldığı 27’nci Alay ise, diğer iki taburu ve makineli tüfek bölüğü ile birlikte Eceabat’taki ihtiyat mahallinde bulunmaktadır. Eceabat’ın kuzeyini örten Kakma Dağı’nın güney yamaçları altındaki top zeytinlik mevkiinde bulunan 27’nci Alayın, Arıburnu bölgesine saat kaçta intikal ettiği, ne şekilde taarruza başladığı ve makineli tüfeklerini nerede mevzilendirip, hangi bölgeleri hedef alarak kullanıldığı bizzat alay komutanı Yarbay Mehmet Şefik (AKER) tarafından bütün ayrıntılarıyla anlatılmıştır.


Çıkarmanın başladığı saatte Arıburnu bölgesinden yaklaşık 7 kilometre uzaktaki bir mahalde bulunan 27’nci Makineli Tüfek Bölüğünün 4 adet silahı, nasıl olmuşta çıkarma başlar başlamaz Arıburnu ve Kabatepe’de mevzilendirilmişlerdir? Yoksa 2’nci Taburun hiç kimsenin bilmediği makineli tüfekleri mi vardır? Şayet varsa, 2’nci Tabur bu silahları nereden bulmuş, nasıl temin etmiştir?


 


·   Peter Williams, “makineli tüfek ateşini karanlıkta yönlendirme şansının daha düşük olduğunu” söylemektedir. Her şeyden önce bu ifade, makineli tüfeklerin kullanımı konusunda dikkat çeken bir bilgi eksikliğidir.


 


Daha öncede değinildiği gibi makineli tüfekler nişan almadan kendilerine verilen bir açı dâhilindeki bölgeye ateş ederler. Dolayısıyla makineli tüfeklerin mevzileri ve ateş sahaları önceden belirlenir. Makineli tüfek nişancısı, kendisine verilen atış istikamet açısı içinde kalan arazi kesimini gündüz gözüyle tanzim eder. Böylece gece karanlığında da rahatlıkla ateş altına alabilir. Dolayısıyla iddia edildiği gibi makineli tüfek ateşini karanlıkta yönlendirme şansı daha düşük değildir.


 


Var olduğu iddia edilen makineli tüfeklerden özellikle Arıburnu’nda mevzilenmiş olanının ateş altına alabileceği saha, Küçük Arıburnu’nun kuzeyinden başlayıp Anzak Koyu, Arıburnu, Anzakların Kuzey Sahili (North Beach) adını verdikleri sahil şeridi ve günümüzde Anzak Tören Alanı olarak kullanılan bölgenin tamamını kapsayıp, Canterbury Savaş Mezarlığı’nın bulunduğu noktanın ilerisine kadar uzanır. Bu saha; var olduğu iddia edilen makineli tüfeğin, yaklaşık olarak 240° genişliğinde bir alanı ateş altına alabildiği anlamını taşır.


 


Yukarıda belirtilen genişlikte bir atış açısına sahip makineli tüfeğe ilave olarak Balıkçı Damlarında mevzilendiği iddia edilen bir diğer makineli tüfek ise Çatal Tepe (No 1 Outpost) ile Yayla Tepe’nin (Boushop Hill) denize uzanan yamaçları arasında kalan 170° genişliğinde bir sahayı ateş altına alabilir. Bu durumda Oglander, Anzak Çıkarması’nın ilk aşaması için nasıl olmuştur da aşağıdaki ifadeleri söyleyebilmiştir?


 


“11’inci Tabur eratını taşıyan soldaki üç yedek kafilesi, Arıburnu’nun 200 yarda kadar kuzeyine düşmüştü. Dix’in 11’inci Tabur yedek kafilesi de dâhil olduğu halde, geri kalan dokuz kafile burunda (Arıburnu) bir küme halinde toplanmıştı. Deniz askerleri, düzensiz bir ateşle karşılanan 48 filikayı, kürekle sahile sevk ediyorlardı. Birbirine göre olan mevkilerini artık düşünen yoktu. Her filika çıkabileceği yere çıktı. Bazı filikalar üç kadem suda oturdu ve içlerinden denize atlayan erat da bellerine kadar suya girdiler. Fakat birkaç dakika içinde her filika boşaldı ve az bir kayıpla sahilde ilk kademe oluşturuldu.” (17)


 


Oglander’ın ifadesinde, Arıburnu’nda küme halinde toplanan filikaların içinde bulunanların üzerine düzensiz ateş edildiği ve bu nedenle de Arıburnu’na çıkanların az bir zayiatla sahili ele geçirdikleri açıklanmaktadır. Yaşananlar bu şekilde ise, Peter Williams’ın var olduğunu iddia ettiği Arıburnu’nda mevzilenmiş Türk makineli tüfeği ne işe yaramıştır?


·   Sonraki sayfada yer alan ve Peter Williams’ın kitabından alınan haritada var olduğu iddia edilen Türk makineli tüfeklerinin mevzileri ve atış açıları gösterilmiştir. Söz konusu haritadan anlaşıldığına göre var olduğu iddia edilen makineli tüfeklerin menzilleri 1.500 metreden fazladır ki bu husus doğrudur.


 


Harita üzeride Cesaret Tepe’nin üzerinde, Hain Tepe’ye bakan kesiminde mevzilendirildiği iddia edilen makineli tüfek ise, bulunduğu mevziden Küçük Arıburnu istikametinde ateş edebilmesi mümkün değildir. Çünkü Hain Tepe’nin güney yönünde uzanan yamaçları bu ateş açısını engellemektedir.


                    


Dolayısıyla denilebilir ki ileri sürülen iddiayı desteklemek için harita üzerinde gösterilen makineli tüfeklerin mevzileri ve atış istikamet açıları önemli hatalar içermektedir.


 


Ayrıca burada bir kez daha vurgulamak gerekir ki makineli tüfekler, belli bir açı içinde kalan arazi kesimini yalayıcı ateş ile örterler. Bundan amaç; söz konusu arazi kesiminde düşman piyadesinin manevra olanaklarını kısıtlamak, harekâtını geliştirmesini önlemektir. Arıburnu kesiminde birçok kör nokta oluşturan arızalı arazi yapısı, makineli tüfeklere ancak kısıtlı ateş sahalarını yalayıcı ateşle örtme olanağı vermektedir. Dolayısıyla denilebilir ki, böylesine arızalı bir arazide, bu tür silahların kullanılması, hangi amaca hizmet edebilir? 


 


Makineli tüfek gibi piyadenin en önemli ateş destek unsurunun, Peter Williams’ın haritasında belirtilen kimi noktalarda olduğu gibi bu kadar açık bir şekilde yerleştirilmesi, akıl alacak bir durum olmasa gerektir. Bu duruma örnek olarak, söz konusu haritada Arıburnu kesiminde mevzisi işaretlenmiş makineli tüfek gösterilebilir. Bölgedeki araziyi iyi bilenler, bu mevziinin, Hain Tepe’nin Arıburnu’na bakan kenarı olduğunu, rahatlıkla anlayabilirler.


           
Peter Williams’ın “Çanakkale Savaşı, Kanlısırt Muharebesi, 25 Nisan 1915” adlı kitabının 101. sayfasında yer alan bu harita, “Harita 5.1: Arıburnu’ndaki Osmanlı makineli tüfek bölüğünün mevzilenişi ve atış açıları” alt yazısı ile sunulmuştur.Haritada işaretlenen makineli tüfek mevzileri ilebu mevzilerden ateş altına alınabilecek sahalar, atış açıları olarak belirtilmiştir. İçi taranmış atış açısı ise, önceki sayfada açıklanan nedenlerden dolayı hatalıdır.


Nitekim Peter William’s gibi düşünenler, muhtemelen, az önce değindiğimiz mevzide, Hain Tepe üzerinde var olduğunu iddia ettikleri makineli tüfekle ilgili anılar da yazıp, söylemişlerdir. 



Bu anılardan biri de Nigel Steel ve Peter Hart tarafından yazılan “Gelibolu – Yenilginin Destanı” adlı kitabın 45. sayfasında yer almaktadır. Onbaşı Thomas Louch’a atfedilen ifade şu şekildedir:


 


“Makineli tüfek yuvasında iki Türk vardı ve filikamız onların hemen önündeydi. O sıra hava pek aydınlık değildi ve ben de onlara çok yakın olmalıydım. Bizi ve diğer filikaları gördüklerinde, makineli tüfeklerini hazırlayana kadar birkaç saniye kendilerini izledim.


 


Bir – iki el ateş ettilerse de neyse ki silahları bize doğrultulmuş değildi. O sırada devriye botu gelip onları susturdu. İki adam makineli tüfekleriyle birlikte sırtüstü devrildiler. Makineli tüfek mürettebatı herhalde arkalarındaki Plugge’s Platosu’ndaki (Hain Tepe) çadırlardan gelmişti.”   


         
 Onba
şı Thomas Louch’un hiçbir tutarlı yanı olmayan bu ifadesine göre, Arıburnu bölgesinde mevzilendirilmiş Türk makineli tüfeklerinden en geniş atış açısına sahip olanı, ancak bir – iki el ateş edebildikten sonra susturulmuş olmaktadır.


 


Durum bu ise örtü ve gizleme tedbiri alınmamış bir mevzide bulunan, burnunun dibine kadar gelmiş düşmana ateş edebilmekten aciz personele sahip Türk makineli tüfeği, Anzak askerlerine her hangi bir etkide bulunamadan, Anzakların eline geçmiş olmalıdır. Demek ki Türkler, ellerinde çok az sayıda olan ve Almanlardan bin bir rica ve minnetle talep ettikleri makineli tüfeklerini, bu kadar kolay düşmana kaptırmakta, her hangi bir sakınca görmemişlerdir.


 


 


·   Ayrıca şunu da ifade etmek gerekir ki Aralık 1913’ten itibaren ülkemizde görev yapmaya başlayan Alman Askeri Islah Heyeti’nin öngörüleri doğrultusunda hazırlanan talimnamelerin belirttiği şekilde ihtiyat mahallerinde bulundurulması gereken (bakınız Madde 10) makineli tüfekler, tam tersi bir uygulamayla çıkarmaları karşılayacak sahillere yerleştirilmişlerdir.


 


Üstelik 25 Nisan 1915 günü itibariyle toplamda 38 adet makineli tüfeğe sahip 5’inci Ordu Komutanlığı (bakınız Madde 5), bunlardan 10 adedini; 6’sı, düşmanın asli taarruzunu yönelttiği Ertuğrul ve Tekke Koyları’nda, 4’ü de tali taarruzunu yönelttiği Arıburnu sahillerinde olmak üzere mevzilendirmiştir.


 


İngiliz iddialarına göre durum gerçekten böyle ise hemen şu önemli noktaları vurgulamak gerekmektedir:


·   Çıkarma harekâtının en yoğun şekilde gerçekleştiği sahilleri ateş altına alacak şekilde makineli tüfekler yerleştirilmiş ise ve bu yöndeki iddia, çıkarma yapılan (Kumkale dâhil) diğer sahil kesimleri için geçerli değilse, o zaman Türk tarafı düşmanın asli ve tali taarruzlarına hedef olacak bölgeleri (Ertuğrul ve Tekke Koyları ile Arıburnu sahilleri) önceden % 100 isabetle doğru tahmin etmiş olmaktadır.


 


Türk tarafı, düşmanın asli ve tali taarruzlarına hedef olacak bölgeleri önceden % 100 doğru tahmin ettiğine göre, Gelibolu Yarımadası’nın güney kesiminde yer alan bütün bu noktaları savunmak için neden sadece tek bir tümen (9’uncu Tümen) ile yetinmiştir?


 


Bu kadar isabetli tahmin yapabilen 5’inci Ordu, kuruluşunda 6 piyade tümeni ve bir süvari tugayı mevcut olmasına rağmen, neden sadece tek bir tümen ile düşmanı karşılamak durumunda kalmıştır?


 


·   Oysa bilindiği gibi, 5’inci Ordunun Alman Komutanı Mareşal Liman Von Sanders’in, düşmanın olası çıkarma girişimlerinin yöneleceği sahil kesimleri ile ilgili beklentileri oldukça farklıdır. Liman Von Sanders’e göre; düşmanın çıkarma harekâtının yönelebileceği bölge, öncelikle Bolayır sahilleridir. İkinci önceliği ise Bozcaada’nın hemen karşısında uzanan Beşige sahillerine vermiştir. O’nun düşüncesinde Seddülbahir ve Kabatepe sahilleri, ancak en son ihtimal olarak yer almıştır.


 


Bu şekilde düşünen ve birliklerini düşündüğü şekle göre bölgede tertipleyen bir Ordu Komutanı, piyade birliklerinin en önemli destek silahlarından biri olan makineli tüfeklerden, elinde sadece 38 adet varken, bunlardan 10 adedini, düşmanın ancak en son ihtimal olarak çıkacağını değerlendirdiği sahillere, neden yerleştirmiş olabilir ki?


 


Düşmanın olası çıkarma girişimini en son ihtimal olarak beklediği sahillere, elindeki makineli tüfeklerin neredeyse dörtte birini yerleştiren bir Ordu Komutanı, öncelik verdiği diğer sahillerde neden bu şekilde bir tertibat alma gereği duymamıştır?


 


Yoksa Türklerin 5’inci Ordusunda, Ordu Komutanı ayrı, Karargâhı ve/veya ast birlik komutanlıkları ayrı uygulamalar mı yapmaktadır?   


 


·   Anzak çıkarmasının rastladığı Arıburnu sahil kesimi de dâhil olmak üzere, kuzeyde Anafartalar Azmağı’nın denize döküldüğü noktadan, güneyde Çam Tepe hizasındaki noktaya kadar yaklaşık 12 kilometre uzunluğundaki bir sahil şeridinin gözetleme ve savunulmasının sorumluluğu, 27’nci Alay kuruluşunda bulunan, ancak harekât yönünden 9’uncu Tümen Komutanlığına bağlanmış 2’nci Tabura bırakılmıştır.


 


Kendisine verilen sorumluluk sahası içinde 2’nci Taburun tertiplenmesi ve 9’uncu Tümen emrindeki bazı topçu unsurlarıyla ne şekilde desteklenmiş olduğu dikkatle incelenirse, özellikle Kaba Tepe’nin kuzeyinde uzanan sahil kesiminin örtülmesine daha çok önem verecek şekilde bir tertibat alındığı dikkat çeker.


Bu durumda; Peter Williams’ın varlığını iddia ettiği makineli tüfeklerden üçünün, neden daha kuzeydeki mevzilere yerleştirilmiş olduğu sorgulanabilir. Bu yönde bir sorgulama yapmak için, aşağıda yer alan harita üzerinde gösterilen 2’nci Taburun tertiplenme şeklinin yorumlanması gerekir.


 


Aşağıdaki harita üzerinde yer alan verileri değerlendirdiğimizde dikkat çeken ilk husus, 2’nci Taburun dört bölüğünden üçünü sahile sürdüğü ve geri kalan bir diğerini de Kaba Tepe’nin kuzeyinde uzanan sahil kesimine en yakın olan bir mevkide (“Kavak Sırtı” veya “Kavak Dere Sırtı” gerisinde) ihtiyatta tuttuğu anlaşılmaktadır. Ayrıca tabur karargâhı da aynı yerde bulunmaktadır.


         
9’uncu Tümen Komutanlığının 2’nci Tabur emrine verdiği topçu kuvveti ise, yine haritada görüldüğü gibi üç ayrı noktada mevzilenmiştir.


 


Bunlardan en kuzeyde olanı Kanlısırt üzerinde (muhtemelen Kanlısırt Kitabesinin bulunduğu yerde) mevzilenmiş olan dört adet 75 mm’lik dağ topundan oluşan, 9’uncu Topçu Alayının 3’üncü Dağ Topçu Taburuna bağlı 7’nci Dağ Topçu Bataryasıdır. Bu bataryanın bulunduğu mevzi itibariyle ateş altına alabileceği bölge, Kabatepe’nin hemen kuzeyinde uzanan sahil kesimidir.


 


Kabatepe’nin doğu yamaçlarında mevzilendirilmiş dört adet toptan ikisi “87 mm’lik Mantelli”, diğer ikisi ise “25 mm’lik Nordenfelt” toptur. Özellikle Nordenfeltler; attıkları mermiler, 1.600 metrelik menzilleri ve yarı otomatik özellikleri ile bilhassa sahile çıkacak kuvvetleri taşıyan küçük deniz araçlarına karşı etkili olup, Kabatepe’nin kuzey bölümündeki sahil kesimini bütünüyle örtebilecek konumdadırlar. Bu silahları attığı mermiler, menzilleri itibariyle Küçük Arıburnu’na dahi ulaşmazlar.


 


87 mm’lik Mantelli toplar ise ihtiraklı (havada paralanan) mermileri, 6.000 metre mesafeye atabilmektedirler. Kabatepe’nin doğusunda mevzilendirilmiş bu toplar, uygun menzilleri sayesinde mermilerini Arıburnu ilerisine kadar ulaştırabilmektedir. Bu nedenledir ki 25 Nisan 1915 sabahı havanın ağarmaya başlayıp, görüş mesafesinin arttığı saatlerde Anzak kuvvetleri üzerine açılan topçu ateşi, konu edilen bu iki topun işidir.   


 


Palamutluk Sırtı gerisinde mevzilendirilmiş dört adet 150 mm’lik kısa namlulu obüs topu ise, Kabatepe kuzeyinde uzanan sahil kesimine yaklaşık 4,5 kilometre uzaklıkta olup, hem bu sahili hem de Kum Limanı sahilini ateş altına alabilecek pozisyondadır. Bu topların menzilleri de en çok 6.050 metre olduğundan, bulundukları mevzi itibariyle mermilerini Anzak Koyu içine veya Arıburnu’na düşürme şansları pek yoktur.


 


2’nci Taburun sorumluluk bölgesi dâhilinde mevzilenen topçu kuvvetinin tertiplenmesi değerlendirildiğinde Türk tarafının, düşmanın olası bir çıkarma girişimini, özellikle Kabatepe’nin hemen kuzeyinde uzanan sahil kesiminde beklediği anlaşılmaktadır.


 


Bu durumda var olduğu iddia edilen dört makineli tüfekten üç tanesi, arazi yapısı itibariyle yalayıcı ateş altına almaya müsait olmayan, kör noktalarla dolu, korunması zor mevzilere, hangi öngörü dâhilinde yerleştirilmiş olabilir ki?


 


Eğer gerçekten 2’nci Taburun emrinde söz konusu makineli tüfekler olsaydı, bu silahlar kullanım amaçlarına daha uygun bir arazi yapısına sahip, olası düşman çıkarmasının beklendiği Kabatepe kuzeyinde uzanan sahil kesimini bütünüyle ateş altına alabilecek mevzilere yerleştirilmezler miydi?        


            


Buraya kadar öne sürdüğümüz bütün gerekçeler göz önüne alınırsa, makineli tüfeklerin varlığı konusundaki İngiliz iddialarının gerçekleri yansıtan hiçbir yanı yoktur diyebiliriz. Bu nedenle, bu yöndeki iddialardan kesinlikle şüphe duymak gerekmektedir.


Konuyu ele aldığımız bu yazının başlangıcında, makineli tüfeklerin varlığına dair iddiaların, genel olarak 86’ncı Tugay Komutanı Tuğgeneral Hare’den kaynaklandığını belirtmiştik.


 


İngilizlerin 29’uncu Tümen’ine bağlı 86’ncı Tugay’a verilen görev; Ertuğrul, Tekke ve İkiz Koyları’na ilk çıkarma kademesi olarak çıkmak ve söz konusu bölgedeki Türk savunmasını, bir hamlede yerinden söküp atmaktı.


 


Bu Tugay, çıkarma anında Ertuğrul ve Tekke Koyları’nın sahillerinde ve derinliğinde ağır zayiata uğratılmıştır. 3’üncü Taburun 29’uncu Tümen’e verdirdiği zayiat, kendi verdiği zayiatın neredeyse beş katı kadardır.


 


Fakat Tekke Koyu kuzey yamaçlarının, saat 07.00’den az sonra İngilizlerin eline geçmesi üzerine, Tuğgeneral Hare; emir subayı ve bir miktar askerle birlikte, Karacaoğlan Tepesi’nin denize bakan dik yamaçlarının dibinde, kayalık sahilde karaya çıkmıştır.


 


Tuğgeneral Hare ve yanındakiler, daha sonra Karacaoğlan Tepesi’nin üzerine tırmanmışlar ve önce çevreyi gözlemlemek amacıyla, hemen orada buldukları boş bir sipere sığınmışlardır. Kısa bir süre sonra siperden çıkarak İkiz Koyu’na doğru ilerlemeye çalışan gruba, civarda dağınık halde bulunan Türk perakendeleri tarafından ateş açılmış ve Tuğgeneral Hare ağır bir surette yaralanmıştır.


 


          


 Tuğgeneral Hare raporunda; karaya çıktığı zaman sağ cenahından sahile iki makineli tüfeğin ateş etmekte olduğunu kesin olarak beyan etmektedir. Generalin bu ifadesi üzerine bazı sorular sormak gerekir:


1-       Harekâtın en kritik bölümünün ilk kademesini oluşturan bir tugayın komutanı, birliklerinin sevk ve idareye en çok ihtiyaç duyduğu saatlerde, sahil ve civarı tamamen temizlenmeden neden karaya çıkmıştır?


 


2-       Tuğgeneral Hare ve beraberindekiler buna rağmen karaya çıktıklarına göre, çıktıkları yer, kendi anlatımlarından da anlaşıldığı üzere Karacaoğlan Tepesi’nin Tekke Burnu yönünde denize bakan dik yamaçları altındaki kayalıklardır.


 


Buraya rahatça ulaşabildiklerine göre, demek ki deniz üzerindeyken kendilerine ateş eden olmamıştır. Oysa 2 No’lu Harita’dan da anlaşılacağı gibi Tuğgeneral Hare ve beraberindekileri taşıyan deniz taşıtı, kıyıya yaklaştığı sırada, var olduğunu iddia ettikleri makineli tüfeklerin menzili ve ateş sahası içindedir.


 


Denize bakan dik yamacı tırmanıp kendilerini hemen boş bir siperin içine atmışlar ve sonrasında da Tekke Koyu’na doğru değil, tam tersi istikamete, yani İkiz Koyu’na doğru ilerlemişlerdir. Tuğgeneral Hare, bu sırada vurulmuştur.


 


Olayın geçtiği bölgeyi gözümüzde canlandırırsak (bakınız Harita No 2) sorabiliriz ki Tuğgeneral Hare, Türk makineli tüfeklerini nasıl görebilmiştir?


 


3-       Diyelim ki Tuğgeneral Hare, Türk makineli tüfeklerini görmemiş, sadece seslerini duymuştur.


 


O sırada kıyıya yakın kesimde bulunan sandallarda, diğer destek gemilerinde ve hatta İngilizlerin karada mevzilenmeyi başardıkları noktalarda makineli tüfekleri vardır. Bu silahlar zaten o saatlerde Türk mevzilerini hedef alarak neredeyse durmaksızın ateş etmektedirler.


 


Sormak gerekir ki Tuğgeneral Hare’in kulakları, o hengâme içinde İngilizlerin “Vickers” makineli tüfekleriyle, Türklerin “Maxim” veya “Hotckins” makineli tüfeklerinin seslerini ayırt edecek kadar keskin midir?    


 


Aslında çıkarmanın başladığı saatlerde, komutanı olduğu tugayın verdiği ağır zayiatla morali bozulan, kendisine verilen hedeflere zamanında ulaşmayı başaramayan ve bir süre sonra kendisi de ağır yaralan bir İngiliz generalinin başarısı (!) ortadadır. Sadece bu generalin değil, çıkarmaya katılan birlikler ile çıkarmayı destekleyen deniz topçusunun da başarısı (!) ortadadır.


 


İngilizlerin en çok güvendiği birliklerinden biri olan 29’uncu Tümen ve bu tümenin Seddülbahir sahillerinden giriştiği asli taarruzu, Arıburnu sahillerine yönelik tali taarruzu ile destekleyecek olan Anzak Kolordusuna bağlı kuvvetlerin başarısızlığına bir kılıf aranmış ve çare hayali makineli tüfekler icat etmekte bulunmuştur.


 


Tarih önünde başarısızlıkları tescillenmiş olanların, başarısızlıklarının mazeretlerinden biri olarak ileri sürdükleri “Makineli Tüfek Hikâyesi”, ne yazık ki İngiliz resmi tarih belgelerinde de yer almıştır.


25 Nisan 1915 sabahında Gelibolu Yarımadası sahillerine yönelik çıkarmalar esnasında, İngilizlerin hedef aldığı en kritik sahil kesimlerinde Türklerin makineli tüfekler mevzilendirdiğine dair varsayımlar, 1931 yılında Malta’da çekilen 80 dakikalık “Tell England”, BBC yapımı “Gallipoli”, History Channel tarafından yayınlanan “Battlefield Dedectives – Disaster of Gallipoli” gibi belgesel nitelikli filmlere de yansımıştır.


 


Bu çalışma içeriğinde örnek olarak sunduğumuz kitap, film v.b. eserlerde, 25 Nisan 1915 sabahında İngiliz Ordusunun çıkarma yaptığı sahilleri ateş altına aldığı iddia edilen Türk makineli tüfeklerinin varlığı, asılsız söylentilere dayanan var sayımlardan ibarettir. Bu türden var sayımlar, 26’ncı Alayın 3’üncü Taburunun Ertuğrul ve Tekke Koyları’nda, 27’nci Alayın 2’nci Taburunun Arıburnu sahilleri ile sırtlarında verdiği mücadelenin önemini küçültülemez.


 


İngilizlerin asılsız iddialarından öteye bir anlam taşımadığını açıklamaya çalıştığımız “Makineli Tüfek Hikâyesi”, burada aktardığımız gerekçeler doğrultusunda Çanakkale Muharebeleri’ne ilgi duyanlar tarafından irdelenirse, tarihimiz içinde yer alan gerçeklerin yerli yerine oturtulması açısından, görevini yerine getirmiş olacaktır.


 


Çünkü geçmişte yaşanan olaylar sırasında, söz konusu olayların içinde olan,  yaşayan ve oluşmasına vesile olan insanlarımızın çok büyük bir özveri ile ödedikleri bedeller, ancak yaşanmışların yalın olarak ifade edilmesiyle gerçek değerini bulacaktır.


 


Buna rağmen önemli bir ayrıntıyı üzülerek belirtelim ki bu konuda bizlerin de konu ile ilgili yaptığımız bazı çalışmalarda, bilerek veya bilmeyerek İngiliz iddialarına hizmet ettiğimiz ortadadır.


 


Bu tür çalışmalara örnek vermek gerekirse; 1931 yılı yapımı “Tell England” ve 1981 yılı yapımı “Gallipoli” filmlerinden alınmış bazı sahnelerin harmanlanarak, gerçek savaş görüntüleri iddiası ile çeşitli ortamlarda gösterilmesini, TRT yapımı “Kınalı Kuzular” dizisinin ilgili bölümünü ve yine konuyla ilgili çeşitli zamanlarda hazırlanan bazı belgeselleri sayabiliriz.


 


Bütün bunlara karşılık öncelikle 26’ncı Alayın Binbaşı Mahmut Sabri komutasındaki 3’üncü Taburunun, 25 ve 26 Nisan günleri Seddülbahir sahillerine çıkan düşmana gösterdiği direnişin karşılığında, şehit ve yaralı olarak “636” personelini kaybettiğini,  Binbaşı İsmet komutasındaki 27’nci Alayın 2’nci Taburunun sadece personelinin bir kısmı ile düşmana nasıl direndiğini, Yarbay Mehmet Şefik (AKER) komutasındaki 27’nci Alayın Arıburnu’ndaki düşmana taarruz eden ilk birlik olduğunu, 19’uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in sevk ve idaresindeki 57’nci Alayın, 27’nci Alayın sağ yanındaki kritik arazi kesimini, zamanında örterek düşmanı daracık bir kıyı başı ile yetinmek durumunda bıraktığını, daima hatırlayalım.


 


Bütün bunların karşılığında aralarından binlercesini şehit veren, ölümü göze almış insanlarımıza, bugünkü varlığımızı borçlu olduğumuzu da hiçbir zaman unutmayalım. Sonrasında ise bu yazının içeriğinde daha önce kullandığımız bir ifadeyi, biraz değiştirmek suretiyle bir kez daha tekrarlayalım:


“Çanakkale Cephesi’nde Türk askerinin vatanını korumak uğrunda, bir an bile gözünü kırpmadan sarf ettiği emeğinin, kanının, canının hakkını yemek, hiç kimsenin haddi olmasa gerektir.”          


 


 


Gürsel AKINGÜÇ


Eceabat 2007


Son düzenleme Gelibolu 2010


 


Kaynaklar:


(1)     “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–277, Bölüm: “W sahilinde karaya çıkış”,


Arma Yayınları, 2005


 


(2)     “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–282, Bölüm: “V sahilinde karaya çıkış”,


Arma Yayınları, 2005


 


(3)     “Çanakkale Hatıraları”,


E. Albay Şefik AKER


Cilt–1, Sayfa–202, “Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay”,


Arma Yayınları,  2003


 


(4)     “Osmanlı Tarihi”,


Ord. Prof. Enver Ziya KARAL


9ncu Cilt,


Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996


 


(5)     “Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Osmanlı Devri, Birinci Dünya Harbi,


İdari Faaliyetler ve Lojistik”,


ATASE Yayınları 1985


 


(6)     “Çanakkale Hatıraları”,


Cilt–3, Sayfa–66, “Seddülbahir Muharebesi ve 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”,


Arma Yayınları,  2003


 


(7)     “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–285, Bölüm: “V sahilinde karaya çıkış”,


Arma Yayınları, 2005


 


(8)     Çanakkale Hatıraları,


 Cilt–3, Sayfa–72, “Seddülbahir Muharebesi ve 26. Alay 3. Tabur Harekâtı”,


Arma Yayınları,  2003


 


(9)     “Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, 5. Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı”, Kitap–2, Sayfa–226,


Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları, 1978


 


(10) “Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, 5. Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı”, Kitap–1, Sayfa–173,


Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları, 1993


 


(11) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–282, Bölüm: “V sahilinde karaya çıkış”,


Arma Yayınları, 2005


(12) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–297, Bölüm: “Hellas’ta yapılan çıkışlar”,


Arma Yayınları, 2005


 


(13) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–297, Bölüm: “Hellas’ta yapılan çıkışlar”,


Arma Yayınları, 2005


 


(14) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–313, Bölüm: Harekâtın gözden geçirilmesi,


Arma Yayınları, 2005


 


(15) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–313, Bölüm: Harekâtın gözden geçirilmesi,


Arma Yayınları, 2005


 


(16) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–313, Bölüm: Harekâtın gözden geçirilmesi,


Arma Yayınları, 2005


 


(17) “Gelibolu Askeri Harekâtı”,


General C. F. Aspinall Oglander


Cilt–1, Sayfa–217, Bölüm: Örtü kuvvetinin karaya çıkarılması,


Arma Yayınları, 2005


 


(18) “Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, 5. Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı”


Kitap–2, Kroki–14,


Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları, 1978


 


 


 


 


 


Açıklamalar:


 


(A1) O dönemdeki Kara Kuvvetleri kuruluşunda asıl muharip birlik taburlardı. Her Alay üç piyade taburundan oluşurdu. Bu taburlar; 1inci, 2nci ve 3üncü Tabur olarak numaralandırılırdı. Her taburda ise dört bölük bulunurdu. Bu nedenle bir alayın kuruluşunda toplam 12 piyade bölüğü bulunmaktaydı. Bu bölükler; birinci taburdakiler 1, 2, 3 ve 4, ikinci taburdakiler 5, 6, ,7 ve 8, üçüncü taburdakiler 9, 10, 11 ve 12 şeklinde numaralandırılırdı. O nedenle 26ncı Alayın 3üncü Taburunun bölüklerinin numaraları 9, 10, 11 ve 12’dir.


 


(A2) Yalayıcı Ateş: Seri atış kabiliyetine sahip yatık mermi yollu silahların, en önemli özelliğidir. Bu tür atışlar; düşman piyadesinin rahat hareket etmesine olanaklar sağlayan, genelde arızasız ve nispeten düz arazi kesimlerini, yerden belli bir yükseklikte olmak kaydıyla, sürekli ateş altına almak şeklinde icra edilir. Bu şekilde icra edilen atışlar sayesinde; düşmanın arazi üzerindeki hareketleri durdurulmaya veya bir başka arazi kesimi istikametinde yönlendirilmeye çalışılır.    


 

27.247 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir