Warren Dockter Lisans eğitimini Tennessee üniversitesinde tamamladı ve doktora derecesini de Nottingham Üniversitesinden Temmuz 2012’de aldı. Exeter ve Worcester Üniversitelerinde eğitimci olarak bulundu. Churchill Kolejinde de fellow olarak görev aldı. Araştırmalarının altında daha çok Britanya’nın 19. yy. sonları, 20. yy. Başlarındaki Ortadoğu’da süren emperyalizm yatarken daha çok şarkiyatçılık(oryantalizm) ve uluslararası tarihsel yaklaşımları kapmsamaktadır.İlk monografik yazısı olan “Winston Churchill ve İslam Dünyası: Ortadoğuda Şarkiyatçılık, İmparatorluk ve Diplomasi” başlıklı yazısında sömürgecilik döneminin merkezine Winston Churchill’I yerleştirerek, oryantalizmin onun İslam dünyasına ilişkin düşüncelerini ve politikalarını ne derecede etkilediğini ortaya koymaya çalışmıştır.
Merhaba Dr. Warren Dockter. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizinle özellikle ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill’in İslam Dünyası ve özellikle onun bir parçası olan Türkiye hakkındaki görüşlerini konuşmak istiyoruz.
Araştırmalarınız çoğunlukla Winston Churchill ve özellikle onun İslam Dünyası ve de Ortadoğu üzerine yaklaşımları üzerine. Bu yüzden öncelikle acaba siz Winston Churchill’i nasıl tanımlarsınız?Winston Churchill karakter olarak nasıl birisiydi?
Winston Churchill 20. Yüzyılın en simgesel ve en dinamik isimlerinden biriydi. Özellikle 1920’lerin başlarında Sömürgeler Sekreteri olmasıyla kariyeri amansız bir şekilde Ortadoğu ile kesişince o sıradan bir yaşama sığmayacak kadar büyük bir karakter olmuştu.
Web sitenizden öğrendiğim en ilginç şeylerden biri de Churchill’in 1897 yılında yaşanan Türk-Yunan harbinde Osmanlı ordusu adına savaşmak istemesi. Daha sonra da o aynı dönemde Yunan tarafında savaşmak isteyen Ian Hamilton ile karşılaşıyor. Bize bu olayı değerlendirebilir misiniz?
Churchill gençliğinde sık sık macera ve ün kazanmak için arayışlarda bulunmuştu. Başlangıçta, mücadele için hangi tarafta olacağından emin değildi ama sonuçta Yunanlılara karşı Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmaya karar verdi. 28 Nisan 1897 itibariyle, Osmanlı tarafında savaşmak için karar almıştı ve Osmanlı Bankasına para göndermek için annesine danıştı. Churchill, Balkanlardaki savaşın kendisi katılmadan bitebileceğinden de endişelenmişti. Churchill’in biyografisini yazan Bechhofer Roberts’e göre , aktarma yaptığı gemide Hamilton ( Yıllar sonra Çanakkale Savaşı’nı yönetecek General Hamilton ) ile karşılaşmıştır. Hamilton kendisini Yunanlılara hizmet etmeye, Churchill ise Osmanlı için kendini adamıştı. Churchill kendine özgü bir sadakat ile Osmanlıya bağlıyken aynı zamanda büyük bir zafer arzusunu da onlara borçluydu. Ek olarak “Türk hayranlığı” babasından miras kalmış bir tavır da olabilir. Bununla birlikte Roberts Churchill’in “Türk hayranlığı” altındaki bu tür bağlantıları reddetmiştir Bu gemi yolculuğunda tartışmalı müttefiklikten dolayı birbirlerine duydukları saygı azdır. İlginçtir, Churchill yıllar sonra kendisinin bu durumunu hatırlıyor. Kendisinin Muhafazakar Parti Üyesi olarak Türkler için savaşmak istediğini, Hamilton’un ise romantik olduğunu ve de bu yüzden Yunanlılar için savaşmak istediğini söylüyor. Fakat savaşta karşılaşmaları gerçekleşmedi. Zaman onları aynı limana çağırmış, savaş bittiğinde ikisi de Port Said limanına ulaşmışlardı. Churchill 1897 Mayıs sonlarında annesine yazdığı bir mektupta kaçırdığı bu maceradan üzüntüyle bahsetmiş: “Aynı havai fişeklerin ıslanınca sönmesi gibi Osmanlı ile alakalı savaşa yönelik umutlarımdan isteksizce vazgeçtim.
Churchill’in İslam Kültürüne karşı merak ve hayranlık duyduğunu ve bunun da yakın çevresi tarafından açıkça bilindiğini söylüyorsunuz. Yengesinin bir mektubundan örnek vererek mektupta “Lütfen Müslüman olma , Oryantalizme karşı bir eğilimin var ve ben bunu farkettim” dediğini söylüyorsunuz. Size göre bu hayranlık geçici miydi?
Bana göre Churchill yaşamı boyunca şarka ve şarka ait şeylere düşkündü. 1900’lü yılların başında Mısır’a yaptığı bir seyahatte ve Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkilerinde bu rahatlıkla görülebilir. Hayatının sonraki dönemlerinde da sık sık Fas’a ziyaretler gerçekleştirmesinden de bu görülebilir. Sık sık ilginç pazar yerlerini , Atlas Dağlarını resmeder, Fas’ı “Afrika’nın Paris’i” diye anardı. Ancak ben Churchill’in Müslümanlığa geçmesi için gerçekte şansının olduğunu düşünmüyorum. Yengesi zaten bu mektubu yazdığında kendisi zaten az-çok bir ateisttir. Ama bana göre bugün bu mektuba baktığımızca, mektubun vurguladığı şeyler Churchill’in karakterinin bir bölümünü de içermektedir.
Churchill’in İslam Kültürüne olan hayranlığı politik rakipleri tarafından kullanıldı mı?
Bazen Churchill basının bu yönde attığı başlıklardan dolayı üzüntü duyardı. Gazeteler onu Arap bedevisi veya sultan olarak gösteren birçok karikatür yayınlardı.1920lerde Churchill’in Sömürgeler Dairesini bir oryantal bağlamda yönetebileceğini belirten bazı yayınlar korkunçtu. Aynı zamanda bahsedilen şeylerden biri de bu özel hayalinin onu “Şark Aldatmacası” konusunda daha duyarlı yapacağıydı.
Churchill Türkiye’de iyi tanınan biri. Kendisi Cihan Harbi başladığında, Osmanlı İmparatorluğuna savaş açmayı düşündü mü?
Churchill aslında 1911 yılının başlarında, Cavit Bey’in kendisiyle ittifakın mümkün olup olmadığını görüşme girişiminde Osmanlı İmparatorluğu’nu müttefik olarak tutmanın yollarını aradı . Bu (Dışişleri Bakanı) Sir Edward Grey tarafından reddedilmişti. Daha sonra Cihan harbinde taşlar yerine oturmaya başladığında Churchill Osmanlı’yı tarafsız tutmaya çalıştı. Ta ki Osmanlı’nın İngiltere’den aldığı iki gemiye el koyulmasına dek. Ancak başarısız oldu ve Enver Paşa ve diğer İttihat ve Terakki Üyeleri Alman ittifakını destekliyordu ve Alman-Osmanlı ittifakı da zaten gerçekleşmişti.
Bazı milliyetçi Türk tarihçileri bir parlamento konuşmasında Winston Churchill’in Türklere karşı kimyasal silah kullanabileceklerini, çünkü Türklerin de zaten insan olmadıklarını söylediğini iddia etmektedirler. Bu doğru olabilir mi? Churchill’e göre Türkler baş düşman mıydı?(Bu soruyu daha önce Martin Gilbert’e bir e-posta yazışması sırasında sormuştum, kendisi bu iddianın doğru olmadığını söylemişti. Kendisi Gelibolu’dan ötürü Türklere saygı duyuyordu, hatta 1930larda Türkiye’ye gelerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret etmek istemişti. Fakat İngiltere’de patlak veren siyasal kriz nedeniyle bu ziyaret gerçekleşmedi.)
Martin Gilbert elbette bu konuda haklı. 1. Dünya Savaşını istisna kılarsak –ki bu bir savaş halidir- Churchill çoğu zaman Türkiye ve Türk halkına destek vermiştir. Churchill Türk ordusuna karşı hardal gazı kullanımını bakanlık bildirisi olarak savunmuştu ama bu gaz o günlerde yaygın bir silahtı ve söylediğim gibi savaş hali ancak her halükarda bu gaz netice itibariyle kullanılmadı.
Ayrıca, Martin Gilbert’in de belirttiği gibi, Churchill savaştan sonra Türkiye’ye oldukça pozitif bakıyor ve Türkiye ile ilgili düşüncelerini en iyi Cumhurbaşkanı İnönü’ye 1943 yılında yazdığı mektuptaki şu dizeler özetleyecektir:
“Büyük Britanya ve Türkiye arasında dostça ilişkilerin uzunca bir geçmişi bulunmakta. Bunun karşılığında elbette son savaşta Alman entrikaları ,ayrıca Türklerin ve İngilizlerin de hataları nedeniyle karşı taraflarda yer almalarının getirdiği büyük bir yara da bulunmakta. Biz cesur ve onurlu rakipler gibi savaştık. Fakat o günler yaşanmıştır ve biz birlikte yapabileceğimiz her türlü kuvvetli uğraş için hazırız. Haklar bir yana, dünyadaki bu düzeni daha ileriye götürerek, toplumların huzur içinde olduğu, her insanın bir başkasına yardım edebilecek hale geldiği bir dünyaya dönüştürmek için…”
Sürece baktığımızda, İngiliz Parlamentosu yeni bir cephe açmaya karar verdiğinde Churchill Amirallik 1. Lordu idi ve Türkiye’ye saldırılmasını güçlü bir şekilde destekledi. Neden Türkiye’ye karşı böyle sert bir politika yürüttü?
Dünya savaşı sırasında Churchill, eğer Donanma boğazları zorlarsa, İttihat ve Terakki Cemiyetinde bulunan İngiliz yanlıları, Enver Paşa’ya ve Alman yanlılarına karşı bir darbe gerçekleştirebileceğine inanıyordu. Böylelikle, Osmanlı İmparatorluğu kolaylıkla savaş dışı kalacaktı ve bu sayede de Batı cephesinde İngiliz ve müttefikler üzerindeki baskı kırılacaktı. Bu yolu denemenin mümkün olduğunca çabuk savaşı sona erdirmek için riske değer olduğunu düşünmüştü.
Kendisinin ana hedefi İstanbul’u işgal ederek Bab-ı Ali’yi ele geçirmekti. Ben bunu ilginç buluyorum. Bu biraz Rusya ve Fransa’ya karşı diplomatik bir yarış gibi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Asya üzerinde her zaman Rusya ve İngiltere arasında emperyal bir rekabet vardı. Churchill’i ilgilendiren kısma gelirsek, başlangıçta Churchill, Osmanlı’nın savaşta hayatta kalarak, savaştan sonra, Rusyaya karşı İngiltere’nin müttefiki olabileceğini umuyordu. Tabi ki bu Rusya’daki ihtilal sebebiyle değişmişti. Bu rekabetçi ruh kesinlikle Ortadoğu’da eski Osmanlı toprakları sebebiyle özellikle Fransa ve İngiltere arasında kaldı.
Birçok tarihçi Gelibolu yenilgisi nedeniyle Churchill’i suçladı. Bu tarihçiler Osmanlı’yı devirmek için kötü bir strateji izlendiği ve bu sebeple de çok büyük kayıplar verildiğini iddia ediyorlar. Size göre Gelibolu yenilgisinin en büyük sorumlusu Churchill miydi?
Bu zor bir soru. Churchill kesinlikle boğaza yapılan saldırı ve Gelibolu cephesinin baş mimarıydı. Bununla birlikte Kitchener’ın birlikler gönderme sözü, sonrasında önce birlikler göndermeyi reddetmesi sonunda da bu birlikleri göndermeyi kabul etmesi, savaşta bulunan komutanların istihbarat konusunda zayıf kalmasıyla birlikte amfibi harekatın icrasındaki ve de daha önce bir orkestra gibi bir arada çalışmamış İngiliz Birliklerinin karmaşıklıkları gibi faktörler de vardı. İşte bunların hepsi planın gerçekten nerede bozulduğu hakkında yorum yapmayı imkansız kılıyor.
Kendisinin Gelibolu kariyerinin önemi neydi? Onu ciddi derecede etkiledi mi? Yine bu başarısızlığı politik rakipleri tarafından kullanıldı mı?
Bu kariyerindeki olağanüstü noktaydı. Bu inanılmaz başarısızlığı biliyordu, bir bakıma da hiç bilmiyordu. Görevinden istifa etti ve fiilen Batı cephesinde savaştı. Hatta daha dikkat çekici olan, bu tür şeyler çoğu kimsenin kariyerini bitirirken o sonrasında politikaya geri dönebilmişti.
Churchill’in Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili fikirleri nelerdi?
Churchill Kemal Atatürk’e hayranlık duyuyordu. 1938’de Churchill Atatürk için “Askeri başarıların ışığını saçan tek diktatör” ve “Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Ulusu’nu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye’nin Ata’sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir. Onun uzun diktatörlüğü süresince politika takdirle emniyete alındı ve iyi niyet güdüldü, tarihte ilk defa Yunanlılarla çok dostça ilişkiler oluştu.” sözlerini söylemiştir.
Röportaj ve cevaplarınız için tekrar teşekkürler…