GELİBOLU’YU ANLAMAK

O Ağaç… (Selim Meriç)

Sonbaharın güzel bir günüydü. Günlerce süren çalışmaların sonucunda yol açılmıştı. O tepedeki tüneller ve siperleri görmek isteyenler çoğalırken sürücülerin sabırları taşıyordu. Bölgeyi görmek isteyenlerin ısrarları üzerine duran araçlar arkadan gelen araçların geçişlerine izin vermiyordu. Yeni asfaltlanan yolun kod farkı yükselmişti. Sorun buydu. Yol çalışmalarında yol mühendisi var mıydı? Onun görüşü alınmış mıydı?  Alınsaydı böyle sonuç verir miydi?


 


Sorun bir an önce çözümlenmeliydi. Bunu için yeni bir proje üretmek için zaman yetersizdi. Yolun kod farkını gidermek için dolgu toprağı gerekiyordu. Bölge özel bir alandı. Onun için özel alan dışından gelecek toprağın maliyeti yükselecekti. Yeni bir proje hazırlamaya zaman yoktu. Onun için bölge konusunda hassas davrananların haberi olmadan işi bitirmek gerekirdi.


 


Bölgeye giren iş makineleri yolun iki- üç metre ötesinden aldıkları toprakları asfaltın kenarına dolduruyorlardı. Toprak üzerindeki bitki örtüsü iş makinelerinin bıçağı altında sürükleniyordu. İşçiler bir sabah o bitki örtüsünün birikenlerini traktörlerle başka bir alana taşıdılar.


 


İş makinelerinin çalıştıkları alan, 19 Mayıs taarruzunun merkez sikletinde görev alan 2. Tümenin cephesiydi. O gün 10.000 zayiat vermiştik. Kemalyeri’nden cepheye bakan Esat Paşa gördüğü manzara karşısında aynen şöyle diyordu ;  “Bu bir cinayettir. Taarruzu durdurunuz.” Çünkü görülen manzara şuydu; Türk şehitlerinden adeta yeni bir siper oluşmuştu. 19- 20- 21- 22- 23- ve 24 Mayıs. Güneşin altında günlerce kalan bedenler önce şişiyor sonra kurtlanıyordu. O bölgede Mustafa Kemal’in dediği gibi siperler arasındaki mesafe 8- 10 metre arasında değişiyordu.


 


İş makinelerinin bıçakları, bir karış toprağı “vatan” olarak kabul edenlerin kemikleri üzerinde dolaşıyordu. Tarihi doku tahrip ediliyordu. Önce Anzak Koyu, sonra Bombasırtı. O tepeden gördüğüm yol kenarındaki “Bomba sırtı ve 27. Alay siperleri” levhası gözüküyor fakat siperler gözükmüyordu. Çünkü, O alaya özgü siperlerin yeri “otoparka” dönüşmüştü.


         


Aslında onlar yaşadıkları gibi ölmüşlerdi. Kahramanlığın ötesinde büyük bir fedakârlık içinde ele güne ilan etmişlerdi, “ Biz hep buradayız, burada kalacağız, kim gelirse gelsin bekliyor olacağız” Onlar bekliyorlardı. Mustafa Kemal’in askerlerini bekliyorlardı. Mustafa Kemal’in gençlerini, çocuklarını bekliyorlardı. Ama iş makinelerini beklemiyorlardı.


O gün yine güzel bir gündü. Bir araç durdu önümde. Çocuklar indi. Koştular siperlere. Aracın açık olan camından bana ulaşan bir anons vardı. Sunucu şöyle sesleniyordu; “Yeşil Türkiye için ağaçlandırma kampanyasına siz de katılınız.”


O tepede yapılanları yarınlara kimse anlatmasa da ben anlatacağım. Ben kim miyim? O tepede iş makinelerinin yaraladığı o ağacım.


 


                                                                                                                              


                                                                                                                                 Selim MERİÇ


 

                                                         

13.141 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir