GELİBOLU’YU ANLAMAK

Filistin Cephesinden Auschwitz Kampına – Osmanlı Madalyalı SS Subayı (Murat Söylemez)

İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarından kalma 1940 tarihli bir fotoğraf… Fotoğraftaki subaylar Adolf Hitler’in yakın komuta kadrosundan kişilerdi. Josef Mengele, Kramer, ve Rudolf Hoess. Subaylardan Mengele esirlere yaptığı insanlık dışı yöntemlerle uyguladığı tıbbi deneylerle tanınmıştı. Ancak bu fotoğrafın asıl ilginç özelliği subaylardan Rudolf Hoess’in üniformasında taşıdığı Gelibolu yıldızı ya da asıl ismiyle Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Harp Madalyası idi. Üstelik tarih bu Osmanlı madalyalı SS subayını yüzyılın en büyük soykırımlarından biri ile anacaktı. Rudolf Hoess, tarihin karanlık sayfası Auschwitz toplama kampının komutanıydı.

Peki göğsünde Osmanlı madalyasının ne işi vardı. Çünkü Gelibolu yıldızı adı ile de anılan bu harp madalyası Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun çarpıştığı cephelerde yararlılık göstermiş askerlere Enver Paşa imzalı beratı ile birlikte verilmişti.

Doktor Josef Mengele, Rudolf Hoess, Josef Kramer (Birkenau Kampı Komutanı) ve Anton Thumann

Rudolf Hoess, 25 Kasım 1900’de Almanya’nın Baden-Baden şehrinde koyu Katolik bir ailede dünyaya geldi. Çocukluğunu bu şehirde maddi açıdan hiçbir yoksunluk çekmeden geçirmişti. Ancak manevi anlamda tüm taşlar yerinde değildi.

Disiplin ve dini fanatizmle büyüdü

Rudolf Hoess’le Crakow’da konuşan Polonyalı psikiyatrist Prof. Batawia’ya göre Hoess’ün çocukluğu, “askeri disiplin ve dini fanatizm prensipleriyle damgalanmıştı. Hoess’ün büyüdüğü aile atmosferinde sevgi, rahatlık, doğallık ve mizah felç olmuştu, çocukların yaptığı her şey katı ahlaki standartlara göre yargılanıyordu, “görev” kelimesine neredeyse kutsal bir önem yüklenmişti ve emirlere itaatsizlik bir suç olarak görülüyordu.

Geçen yılların ardından babasının ölümü ve Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, genç Rudolf’un hayat rotasını tamamıyla değiştirdi. Askerlerin anlattığı ordu yaşamı konulu hikayeleri dinlerken büyük keyif alıyordu. Orduya katılmak için defalarca teşebbüste bulunup başarısız olduktan sonra, on beşinci doğum gününden önce, hem babası hem de büyükbabasının eski alayı olan Alman Ordusu 21’inci Dragoon Alayı’na kabul edildi. Henüz 15 yaşında sağladığı bu başarıda arkadaş edindiği bir süvari yüzbaşının da payı olduğu söylendi.

Alman 21. Dragon Alayı, Filistin cephesi

Tam bu zamanlarda Hoess’ün “asker kanı” diye adlandırdığı şey su yüzüne çıkmaya başladı ve hakikaten de Alman ordusunun değerli bir parçası olduğunu kanıtladı. 1916 yılında Almanya’nın müttefiki Osmanlı cephesinde görevlendirildi ve Altıncı Türk Ordusu ile birlikte Bağdat, Kut-el-Amara, Filistin ve Kudüs cephelerinde savaştı. Osmanlı ordusunda görev yaptığı sürede Feldwebel (çavuş) rütbesine yükselerek ve 17 yaşında ordudaki en genç “non commissioned officer” (astsubay) unvanını kazandı. Bu süreçte üç kez yaralanan ve sıtmaya da yakalanan Hoess, Osmanlı Harp Madalyası ile Birinci ve İkinci sınıf Demir Haç’ın yanında diğer pek çok nişan ile mükafatlandırıldı.

“Ölüm Meleği” lakaplı Mengele ve Hoess bir arada.

 

Torunu anlatıyor: Büyükannemden dinledim

Bu çalışmanın hazırlığı sırasında tanışma fırsatı bulduğum Rudolf Hoess’ün torunu Rainer Hoess’ün verdiği bilgilere göre Rudolf Hoess , 1916’da süvari olarak Irak’taydı ve 1917 başlarında Hoess birliğiyle beraber Filistin’e geldi. Önce Hicaz Demiryolu’nda ardından da Kudüs cephesinde görev aldı. Mevcut bilgiler birliğin muhtemelen Falkeynhayn komutasındaki Yıldırım ordularına bağlı III. Türk Süvari Tümeni’nin parçası olduğuna işaret ediyor. Bağdat, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’de gömülen Alman askerler de Türk tümeninde savaşmıştı. Rainer Hoess büyükbabasının Birinci Dünya Savaşı dönemine ait doküman ya da fotoğraflarına sahip olmadığını ancak askerlik kariyerinin ilk yıllarında sahip olduğu Gelibolu Yıldızı’ndan ve ordunun en genç astsubayı olma şerefine erişmesinden dolayı çok gurur duyduğunu, büyükannesi Hedwig Hoess’ün bu konudan sıklıkla bahsettiğini söyledi. 

Rainer Hoess dedesinin fotoğrafı ile

Hoess’ün Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tecrübelerinin onu derinden etkilediği kesin. Özellikle de savaş alanında öğrendiği liderlik konsepti… Bunu Hoess anılarında şöyle anlatıyor:

“İşte o zaman öğrendim, liderlik rütbeyle değil, bilgiyle geliyor. Zor durumlarda liderin takındığı buz gibi, sarsılmaz, soğukkanlı tavır her şeyi belirler. Başkalarına örnek olacak şekilde yaşamanın, için korku ve kuşku doluyken dışarıdan sakin görünmenin ne kadar zor olduğunu ben de yaşayarak öğrendim.” Hoess’ün kendine güveni ve yürüdüğü yolun mutlak doğru olduğuna dair sonsuz inancı, onun sonraki hayatında atılacağı toplama kampı komutanlığı dönemindeki kişiliğinin temelini oluşturacaktı.”

Hoess Nazi partisine giriyor

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki kaos ortamında amaçsız ve işsiz kalan Hoess, 1922 yılında Münih’te Hitler’i dinledikten sonra Nazi partisine katılmaya karar verdi.1929’da tanışıp hayranlık duyduğu Heinrich Himmler’in çağrısı ile SS birliğine ilk adımını attı. İkinci Dünya Savaşı sırasında önce Dachau, sonra Sachsenhausen toplama kamplarında görevlendirilen Rudolf Hoess’ün isminin tüm dünya tarafından bilinmesini sağlayan konu ise 1 Mayıs 1940 – 19 Kasım 1943 yılları arasında komutasını üstlendiği Auschwitz Birkenau toplama kampı oldu. Başlangıçta yalnızca Polonyalı ve Rus savaş esirlerinin tutulduğu kampın üstlendiği rol, 1941 yılında Hoess’ün Berlin’e çağrılması ile yeni bir boyut kazandı. Hitler’in nihai çözüm (Final Solution) emri kendisine Führer’in sağ kolu olan SS komutanı Heinrich Himmler tarafından verildi.

Diğer kamplarda olduğu gibi Auschwitz Kampı girişinde de “Çalışmak özgürleştirir” yazmaktaydı.

Gaz odalarında ölüm emri

Emri alan Hoess öncelikle gaz odalarını büyüttü, ardından da siyanür bazlı bir kimyasal olan Zyklon B gazını mahkumlar üzerinde test ederek toplu imha tekniklerini geliştirdi. İfadesine göre bu gazın kullanımı sayesinde 24 saat içerisinde 10.000 esiri öldürmüşlerdi.

“Zor olan işin tekniği değildi: isteseydik çok daha fazla insanı imha edebilirdik. Öldürme kısmı en az zaman alan şeydi, yarım saat içinde 2000 kişiyi öldürebilme imkanımız vardı ama asıl zaman alan cesetleri yakma faslıydı. Cinayet işin kolay kısmıydı, gaz odalarına göndermek için mahkumların başlarına gardiyan dahi koymuyorduk, duş alacaklarını zannederek yolu buluyorlardı fakat kullanılan su değil zehirli gaz oluyordu. Ve her şey çok çabuk bitiyordu.”

Esirler Auschwitz toplama kamplarına trenlerle getiriliyordu

Kampa getirilen savaş esiri ve tutuklular yaptıkları korkunç tren yolculuğunun ardından tıka basa dolu vagonlardan platforma indiriliyor, içlerinde Auschwitz’de özellikle ikizler ve cüceler üzerinde yaptığı korkunç deneylerle tanınan Josef Mengele’nin de olduğu kamp doktorları tarafından gözden geçiriliyor, kampta çalışmaları için uygun görülen bir avuç “şanslı” mahkum dışında hastalar, yaşlılar, çocuklar ve çocuklu kadınlar başta olmak üzere büyük çoğunluk gaz odalarına gönderiliyordu.

Auschwitz’e getirilen esirler vagonlardan indirilirken

Auschwitz Birkenau’ya 1.3 milyon kişi yerleştirildi ve kampta 1 milyonu Yahudi olmak üzere 1.1 milyon kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Sadece 900.000 kişinin kamplara geldiği anda doğrudan gaz odalarına gönderildiği ya da vurularak öldürüldüğü düşünülmektedir.

Toplama kamplarında cesetlerin yakıldığı fırınlar

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev yapan bu genç asker, 24 yıl sonra 1 milyondan fazla insanın katili olabilir miydi? Bunun kararını veren elbette Nürnberg mahkemeleri oldu.

Nürnberg mahkemelerinde
Savaşın bitiminden sonra yaklaşık 1 sene Franz Lang isimli bir çiftçi kimliği altında yakalanmaktan kaçan Hoess, 11 Mart 1946’da tutuklandı, onu İngilizlere ihbar eden ise, oğullarının Sovyetler Birliği’ne gönderilip işkence göreceğinden korkan karısı Hedwig’den başkası değildi.

Nürnberg mahkemelerinde diğer Nazi subaylarıyla birlikte Hoess de yargılandı

Nisan 1946’da Nürnberg uluslararası askeri ceza mahkemelerinde yargılanmaya başlanan Hoess ifadesinde; komutasındaki kamplarda 2.5 milyon tutsağı idam ettiklerini, yarım milyon tutsağın ise açlık ve hastalıktan öldüğünü itiraf etmiştir. Rudolf Hoess 16 Nisan 1947’de ilk komutanı olduğu Auschwitz’de asılarak idam edildi.

Hoess”ün idam edildiği yer yüzbinlerce insanın yakıldığı krimatoryumun hemen yanıydı.

Torun Rainer Hoess’ün büyükbabasının otobiyografisinden yaptığı çıkarıma göre Hoess’ün bir toplama kampının başına geçebilecek sertlikte biri olmasının sebebi Birinci Dünya Savaşı’nda yaşadıkları ve gördükleriydi. Rudolf Hoess otobiyografisinde, insanoğlunun yakıp yıkma çılgınlığının ulaşabileceği en üst noktaya Baltık ülkeleri arasındaki savaşta tanık olduğunu söylüyor ve devrim karşıtı Beyaz Ordu’nun üyelerini saklayan evlerin önünde gördüğü yakılmış kadın ve çocuk cesetlerinden bahsediyordu.

 

Not: Bu yazı daha önce Atlas Tarih Dergisi Kasım 2013 sayısında yayınlanmış olup yazarların izniyle sitemize konulmuştur.

2.230 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir