GELİBOLU’YU ANLAMAK

Voices Of Gallipoli kitabının Türkçe Versiyonunun tanıtımının ve Dr. Ian McGibbon’un Sunumundan İzlenimler (M. Onur Yurdal)

Voices Of Gallipoli kitabının Türkçe Versiyonunun tanıtımının ve Dr. Ian McGibbon’un “From The Uttermost Ends Of The Earth New Zealand’s Century-Long Gallipoli Connection”(Dünya’nın En Uç Noktasından Yeni Zelanda’nın Bir Asırlık Gelibolu Bağlantısı-) başlıklı bir konuşma yaptığı Çanakkale –Akol Oteldeki  toplantıda ilginç izlenimler edindim ve paylaşma gereği hissettim.

Program öncelikle Yeni Zelanda Türkiye Büyükelçisi Jonathan Curr’un bahsi geçen ve programın esas amacı olan Yeni Zelanda’lı yazar Maurice Shadbolt’un “Voices of Gallipoli” kitabının Türkçe versiyonunun tanıtımı ile başladı. Büyükelçi Jonathan Curr gerçekten samimi bir dile ile hatta ara sıra Türkçe kelimeler araya sokuşturarak kitabın tanıtımını gerçekleştirdi.

 

Resim 1: Büyükelçi Jonathan Curr kitabın tanıtımını yaparken.

 Voices of Gallipoli kitabı ve yazarı Maurice Shadbolt hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Maurice Shadbolt esasında bir oyun yazarı olup 11 roman, bir savaş tarihi ve bir çok oyun-piyes yazmış olan bir yazardır. 1980’li yıllarda Shadbolt dillerde dolaşan Gelibolu’nun trajik hikayesini ve Yani Zelanda’nın buradaki rolü üzerine yoğunlaşmaya başladı. Bu sırada bir Gelibolu hakkında bir TV Belgeseli hazırlamak fikri doğdu ve “Once on Chunuk Bair” adlı belgeseli yazarak, 8 Ağustos’ta Conkbayırı’na yapılan saldırıda öncü Yeni Zelanda birliği içerisinde yer alan gazilere ulaşarak onlarla çeşitli röportajlar yaptı. 1982 ‘de bu belgesel TV’de yayınlanır. Belgeselde Yeni Zelanda askerlerinin mücadeleleri, savaşın nasıl yaşamda kalma savaşına dönüşüverdiğini onların ağızlarından anlatılır. Büyük ilgi gören belgesel aynı zamanda halk için Gelibolu’da huzur içerisinde yatan yaklaşık 3000 Yeni Zelanda askerini bir hac ziyareti şeklinde ziyaretlerle anmak için adeta çok ikna edici beyanname oluverir, ve Gelibolu’ya uzak ve zorlu da olsa bu kutsal ziyaretler başlar. Bu belgesel metni 1989 yılında kitap haline getirilir ve yayınlanır. Kitap da en az belgesel kadar ilgi görür. 1989’da kitabın basılması ve literatüre girmesi sebebiyle 1997’de kendisine Auckland Üniversitesi tarafından “Fahri Doktora” ünvanı verilir. Sanırım kitabın neden Türkçe’ye çevrildiği buradan daha iyi anlaşılıyor.

 

Resim 2: Yeni Zelanda Büyükelçiliği tarafından Türkçe’ye çevrilen “Voices of  Gallipoli” kitabının orijinal versiyonu.

Büyükelçinin sunumunun ardından sözü -aslında konuşmaları kitabı ve tanıtımı gölgeleyecek kadar etkili oldu- Dr. Ian McGibbon’a bıraktı. Dr. McGibbon tarihçi kimliğiyle birlikte aynu zamanda Yeni Zelanda Kültür ve Kültür Mirasları Bakanlığı’nın Savaş Tarihi Baş Editörü ve Gelibolu’ya hiç de yabancı değil. Gelibolu Muharebelerinin 90’ıncı yıldönümünde Avustralya Türkiye ve Yeni Zelanda arasında Başbakanlar arasında imzalanan ortak işbirliği protokulü çerçevesinde “Anzak (Arıburnu) Savaş Alanları Üzerine Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın Ortak Tarihsel ve Arkeolojik Araştırması” projesi 2009’da başlamıştı. Dr. McGibbon da Yeni Zelanda’yı temsilen projede tarihiçi olarak yer almıştı. Proje bu Ağustos’ta nihayete ermiş, proje sonucunda 1000 tarihi miras ve savaş kalıntısı ile 13.000 metre Türk ve Anzac siper hattı tespit edilerek envantere işlenmişti.

 

Resim 3: Dr. McGibbon proje sırasında keşfedilen Anzac siper hatlarından birinde.

McGibbon öncelikle Yeni Zelanda’nın savaşta neden yer aldığı konusuna değindi. Savaştan önce sadece koyun üzerine kurulu bir ekonomisi olan Yeni Zelanda’da sanayinin nerede ise hiç olmadığı üzerinde durdu. Aslında Yeni Zelanda’nın Osmanlı ile savaş girmesinin iki ülke arasında bir gerginlik veya husumet olması sebebiyle değil, Yeni Zelanda dahil birçok ülkenin o zamanlar Britanya olduğuna dikkat çekti. Hatta Osmanlı ile Yeni Zelanda arasında neredeyse temas bile olmadığına vurgu yaptı. Öte yandan Gelibolu’da savaşan Yeni Zelanda askerlerinin Osmanlı askerleri için mert, dürüst ve yiğit olarka nitelendirdiğini bunun “Voices of Gallipoli” adlı eserde de görüleceğinden söz etti. Aslında konuşmanın ilgi çekici kısımları tam buradan sonra başladı.  Dr. McGibbon Yeni Zelanda askerlerinin her ne kadar Yeni Zelanda gemilerine binerek Mısır’a ve Gelibolu’ya doğru yola çıksa da limandan ayrılır ayrılmaz her geminin aslında Britanya’nın güdümünde sayıldığını söyledi. Buradan yola çıkarak da Britanya’nın ana aslan, diğer koloni milletlerin ise yavru aslan sayıldığını ve bu şekilde savaşa girildiğini anımsatmaya çalıştı. Buradan bağlantı kurarak Yeni Zelanda’nın kartlarda en küçük “yavru aslan” olarak gösterildiğini, çünkü o dönemde Britanya Krallığı’na bağlı en az nüfusa sahip millet olduğu için aslında –bana göre- Yeni Zelanda’nın 1. Dünya Savaş’ında yok sayılmaya çalıştığı imasında bulundu. Çünkü Dr. McGibbon buradan sonra Yeni Zelanda’nın savaşta Gelibolu’daki kayıplarının 2779’sı ölü, 5212’si yaralı olmak üzere toplam 7991 olduğunu fakat bunun azımsandığı ama 1 Milyon nüfusu olan bir millet için bu rakamın hiç de az olmadığını ifade ederek imasını epeyce güçlendirdi.

 

Resim 4: Dr. McGibbon’un bahsettiği Ana Aslan Britanya ve kolonileri olan milletleri temsil eden yavru aslanların bulunduğu bir savaş propaganda kartı.

Dr. Ian McGibbon işi aslında biraz daha da ileri götürerek “Yeni Zelanda Ulusu Gelibolu Tepelerinde doğmuştur” diyerek diğer gelecek cümlelerinin de haberini verdi. Nitekim daha sonra Gelibolu’da kazanılan Ulus Bilinci’nin aslında şu anki mevcut durumda İrlanda, İskoçya ve Britanya’ya bağlı diğer ülkeler ile aynı düzeyde olduğunu şuanda kendileri için bu düzeyin yeterli olmadığını dile getirdi ve salondaki İngilizlere dönerek haklı olduklarını, kusura bakmamaları gerektiğini belirtti. McGibbon sanırım biraz da ortamı ve söylemlerini yumuşatmak için  bu düşüncenin varlığı hasıl olsa bilse Yeni Zelanda’da pek dile getirilmediğini, halkın çok da rağbet etmediğini de sözlerine ekledi.

 

Resim 5: Dr. McGibbon Dünya’nın En Uç Noktasından Yeni Zelanda’nın Bir Asırlık Gelibolu Bağlantısı (From The Uttermost Ends Of The Earth New Zealand’s Century-Long Gallipoli Connection) başlıklı konuşmasını yaparken.

Dr. McGibbon bu mülhemde son olarak Yeni Zelanda’nın her ne kadar küçümsendiğini düşünsek de bugün 25 Nisan’da yapılan Şafak Ayini’nin dini bir tören olmasına liderlik ettiğini de açıkladı. Biliyorsunuz Voices of Gallipoli kitabı hakkında verdiğim bilgilerde kitabın aslında 1982’de TV’de yayınlanan “Once on Chunuk Bair” adlı belgesel metnine dayandığını söylemiştik. Orada şunu ifade etmiştik, “ilgi gören belgesel aynı zamanda halk için Gelibolu’da huzur içerisinde yatan yaklaşık 3000 Yeni Zelanda askerini bir hac ziyareti şeklinde ziyaretlerle anmak için adeta çok ikna edici beyanname oluverir, ve Gelibolu’ya uzak ve zorlu da olsa bu kutsal ziyaretler başlar” McGibbon bir alıntıda bulunmadı ama buna benzer anlamda sözler söyledi ve bunun dayanağı olarak geçmişte Yeni Zelanda Başbakanlarının Arıburnu Anzak Sektörünü “Kutsal bir Hac Ziyareti” şeklinde ziyaret edilmesi gerektiğini dile getirdiklerini bu nedenle bugün bu törenlerin varoluş sebebinin bunlar yani Yeni Zelanda olduğunu ima etmeye çalıştı.

Bundan sonra McGibbon Osmanlı ve Yeni Zelanda’nın ilişkilerinin bulunmadığını şuanda Türkiye ile iyi ilişkiler olduğunu ve daha iyi ilişkiler temenni ettiğini söyleyerek aşağıda resmini paylaştığımız Wellington’da bulunan Atatürk Anıtı’nı göstererek konuşmasını sürdü.

 

Resim 6: Dr. McGibbon’un sunumu sırasında gösterdiği son kare: Wellington’daki Atatürk Anıtı.

McGibbon dinleyicilerin dikkatini resme çekerek aslında Yeni Zelanda coğrafyasının Gelibolu’ya benzediğini, Yeni Zelandalıların buraya yani Gelibolu’ya geldiklerinde kendilerini evlerinde hissettiklerinden Gelibolu’ya gelmekten memnun olduklarını ifade etti. Atatürk Anıtını göstermesindeki bir diğer amaç tabi ki Atatürk’ün 1934’te söylediği düşünülen ve dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın dile getirdiği ve bugün anıt-kitabe olarak Anzak Koyunda bulunan sözler. Şüphesiz bu atlanılamazdı. Öyle ki Dr. McGibbon bu sözlerin Yeni Zelanda’da yapılan her anma törenlerinde kullanıldığını ve bir klişe haline geldiğini ifade etti.

 

Resim 7: Mustafa Kemal’in Anzak askerleri anneleri için söylediği sözlerin yazılı olduğu Anzak Koyu’ndaki kitabe.

Dr. McGibbon’un Söyleşisinin Bana Düşündürdükleri

Söyleşi konuklardan alınan soruların McGibbon tarafından cevaplanması ile sona erdi. Burada en önemli soru tabi ki Conkbayırı idi. Yeni Zelanda öncü birliklerinin Conkbayırını zapt ettiği iddiasi malum Gelibolu’nun Magazin haberlerindendir. Soru sahibi sorusunu sorarken buraya yani Conkbayırı’na Yeni Zelanda anıtının ve Conkbayırı mezarlığının yapılmasının amacının aslında Conkbayırı’nın ele geçirildiği intibası yaratmak için olduğunu sorusuna eklemişti. McGibbon soruyu çok soğukkanlılıkla cevapladı. Bu iddianın gerçek olduğunu, aslında Yeni Zelanda birliklerinin siper hatlarının çok daha geride olduğunu açık yüreklilikle söyledi. McGibbon’un cevabı alabileceğimiz en sağlıklı cevaptır diye düşünüyorum. Kendisinin hem Yeni Zelanda’lı olması hem de yukarıda bahsettiğimiz “Anzak (Arıburnu) Savaş Alanları Üzerine Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın Ortak Tarihsel ve Arkeolojik Araştırması” projede Dr. McGibbon da Yeni Zelanda’yı temsilen projede tarihçi olarak yer alması ve proje sonucunda 1000 tarihi miras ve savaş kalıntısı ile 13.000 metre Türk ve Anzac siper hattı tespit etmiş olan ekibin üyesi olması hasılı ile bunu en doğru ve en objektif biçimde cevapladığına inanıyorum. Bundan sonra “Yeni Zelandalılar Conkbayırı’nı ele geçirdi, ondan bu anıt ve mezar burada bulunuyor” diye söylemler duymak içler acısı ve hayal kırıklığı olacaktır açıkçası.

Öte yandan McGibbon’un sunumu bana geçen yıl boyunca 1. Dünya savaşına katılan başta İngiltere’de uzunca süren İngiliz komuta heyetinin başarılı olup olmadığını sorgulayan “Lions leads by donkeys” söylemini hatırlatmadı değil. Tarihçiler bunu uzunca bir müddet tartıştılar, sonuca varmadı ,şuan sanırım hasır altına atıldı. Fakat burada Dr. McGibbon’un ifadeleri İngiltere’yi suçlayıcı cinstendi. Anlaşılan  “Lions leads by donkeys” söyleminden daha ciddi tartışmalar bizleri bekliyor 1. Dünya Savaş’ının yıl dönümlerini izleyecek yıllarda. Öyle ki bu defa mesele İngiliz Komutanlar değil, öyle olsa belki içsel bir biçimde sonuca bağlanabilir. Fakat McGibbon’un söylemi diplomatik problemler doğuracak cinstendi. Büyükelçilik düzeyinde yapılan bir etkinlikte, bir bakanlık savaş tarihi editörü olarak bulunan MCGibbon, Britanya’yı yani bugünün İngiltere’sini hem “yavru aslanları” kullanmakla hem de hakları olan düzeyde “ulus kavramı”nı onlara sunmadığı görüşünü belirtti. Diplomasiden çok anlamam ama devleti temsil eden bireylerin bu tür konuşma yapması, hükümet ve devletlerin de görüşü olarak kabul edildiğini bilirim. Dolayısıyla, geçmişte 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaş’ının bıraktığı sorunlar korkarım önümüzdeki üç yıl içinde diplomatik bir savaş olarak yeniden karşımıza çıkabilir. Tabi diğer taraftan McGibbon’u tebrik etmemek mümkün değil. Gerçekten bana göre yine diplomatik açıdan çok cesur bir sunumdu.

Programdan sonra yapılan ikramlar sırasında Dr. McGibbon ile kısa bir süre sohbet etme fırsatı buldum. Kendisine sadece Mütareke’den sonra Yarımadaya gelen “Avustralya Tarih Komisyonu ve Savaş Mezarlıkları Direktörlüğü”nün neden Türklerin yaptığı 4 Anıt-Mezarı yıktığını sordum.  Biliyorsunuz, Türkler savaştan hemen sonra Seddülbahir’e, Kanlısırt’a, Arıburnu’na ve Çataldere’ye anıtlar yapmışlardı. Bahsi geçen komisyon bunları kendi mezarlıklarını yaparken yıkmışlardı. Bunu sordum çünkü hala bu anıtlardan bir haber olan birçok insanımız olduğu gibi, ek bir soruyla, arkeolojik araştırmalar sürerken hiç kalıntısına rastladıkları olduğunu da sorabilecektim. Nitekim sordum da. Kendisi açıkçası bunun sadece bir utanç olduğunu yapılmaması gerektiğini dile getirdi. Anladığım fazla bu konuyu gerçekten (samimi olarak) rahatsızlık duyduğu için konuşmak istemediğiydi. Ben de uzatmadan bu anıtlarla ilgili herhangi kalıntılara rastlayıp rastlamadıklarını sorduğumda, sadece Arıburnu’na yapılan ve yıkılan Türk Zafer Anıtı’nın hala temellerinin durduğunu belirtti.

 

Resim 8: Programın ardından Dr. McGibbon ve bendeniz Mustafa Onur Yurdal.

McGibbon aslında sunumda tam bir devlet adamlığı gösterdi. Çünkü aslında bize karşı dost nezaketi gösterirken aynı zamanda aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi. Şöyle ki 1922’de Çanakkale’de bulunan birliklerin çekilme sürecinden ötürü ortaya çıkan “Çanakkale Krizi”i sırasında Yeni Zelandalı komutanların olası bir durumda Türkiye’ye savaş açma kararını 1 saatte aldığını hatırlattı.

Bana göre konuşmanın en önemli noktalarından biri -eğer ders çıkarıp, feyz alabilirsek- Dr . McGibbon 1. Dünya Savaşında Batı Cephesinin sürdüğü Fransa Toprakları’nda savaş alanlarının orjinalliğini yitirdiğini ama Gelibolu Yarımadasının hem barındırdı ğı savaş mirasları bakımından hem de Coğrafi Açıdan orjinalliğini koruduğunu söyledi. Bu söylem açıkça 1. Dünya Savaşı’nda açılan cephelerden savaş alanı olarak tek orjinal harp sahasının Gelibolu olduğunun resmidir. Dolayısıyla Gelibolu yarımadası hazır UNESCO Geçici Dünya Mirası listesine alınmış ve işin uzmanlarından bu türlü açıklamalar geliyorken alan üzerinde söz sahibi yöneticiler alan üzerinde yapacakları ve yapmak istedikleri yapısal değiliklikleri yeniden gözden geçirmeli, gerekirse iptal etmelidir.

McGibbon Gelibolu’da Şafak Ayini’ninden sonra Yeni Zelanda için Conkbayırı’nda tören yapılmasının Yeni Zelanda Anıtı’ndan çok Atatürk Heykeli altında bu seremoninin gerçekleştiğini düşündüklerini söyleyerek Atatürk tarih için toparlayıcı ana unsurlardan biri olduğunu ifade etmeye çalıştığını düşünüyorum. Eski düşman, yeni dost bir milletin önemli bireylerinden bu sözleri ve ifadeyi işitmek ayrıca gurur verici oldu. Böyle düşünme şansını ülkemizdeki dostlara da dilemek işten bile değil.

14.992 okunma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir